10 Ekim 2013 Perşembe

HAYATA DAİR BİR AĞIT; DREAM THEATER



Bir zamanlar sahip olduğum en değerli soyut zenginliklerimin birer birer yokoluşunu yaşadığım bir dönemden geçmişti hayatım. Olumsuzlukların tamamını aşmamda bana yardım eden tek unsur müzikti. Heavy Metal, Hard Rock, Power Metal ve Progressive Metal müziğin hayatıma ve iç dünyama kattığı gücü, huzuru tarif etmemin imkanı yok. Bu tarife en yakın herhalde Iron Maiden konserine gittikten sonra yazdığım blog yazısı olurdu. O huzur ve o gücün içimde varolmasını ve yaşamımı sürdüren yegane kaynaklardan biri olmasını sağlayan en önemli gruplardan biri Dream Theater olmuştur.

Metropolis Part:2 Scenes From A Memory ile tanıdım onları. Konsept albümlerin bence en güzeli olan bu çalışmanın hikayesinden her bir notasına kadar olan tamamı, beni progressive müziğe aşık etmeye yetmişti. Victoria'nın yaşadığı pandomim, Miracle ve Sleeper'ın hayata dair bakış açıları ve Nicholas'ın zihninde gelişen olaylar; o efsanevi notalarda bana aşkı, dramı, korkuyu adeta yeniden tanıtmıştı. Metropolis 2'den sonra bu tarihi müzik devriminin öncesi ile tanıştım ve ilk albümleri When Dream And Day Unite "Düş'ün ve Günün Buluştuğu An" devamında ikinci albümleri "Images And Words" beni cennetin bahçelerini yeryüzünde hissedecek kadar ayaklarımı yerden kesen parçaların oluşturduğu, tanımlaması zor bir dünyanın içine sokmuştu. Bu yolculuk öylesine bir efsaneydi ki benim için; adeta Dream Theater'ın yeni bir albümünü dinlemediğim her bir gün çektiğim acılar bir bir geri geliyormuş gibi hissediyordum. Hüzünlerimi aşmamı sağlayan bir kurtarıcı haline gelmişti benim için Progressive Metal müziği ve Dream Theater. Awake ve Metropolis 2 albümleri benim için birer hazinedirler ve cd rafımda en güzel yerde dururlar.

Dream Theater ve progressive müzik için söyleyebileceğim birçok şey var. Her gün onlar için yeni bir yazı yazabilirim. Her notaları, her riffleri, James Labrie'nin her vokali beni yaşadığımız bu dünyaya dair birçok düşünceye itmeye yeterli gücü oluşturur içimde. Düşüncelerimi içimde yaşarım. 1989'dan bu yana varlar ve varlıkları profesyonel anlamda Progressive müziğin yapıtaşı anlamına geliyor. Ben 10 yıl sonra onları tanıdım 1999 yılında çıkardıkları Metropolis 2 albümleri hayatımın dönüm noktalarından biri olmayı başardı. Yukarıdaki düşüncelerimi bu satırlara dökme isteği duydum. Bunun tek nedeni ise bu ay (Ekim 2013) çıkardıkları kendi adlarını verdikleri son albümleri "Dream Theater"ın ilk 3 parçasını dinledikten sonra kendimi yine çocukluk ve gençlik yıllarımda hissettiğim heyecanın içinde bulmuş olmamdır. Son albümü şu an dinliyorum ve müzikal bir devrimin içindeyim yeniden. "Looking Glass" ve "Behind The Veil" ilk izlenimlerimle beni bitirdi. Tüm o notalardaki ilk huzuru yaşadığım yıllara dönmek, o heyecanı, o hayatı hissetmek eşsiz bir güzellik, mükemmel bir mutluluk.

Dream Theater'ı çok seviyorum. Onlar hayatımın gruplarından biri. Blind Guardian'ı, Iron Maiden'ı, Anthrax'ı gördüm, canlı seyrettim ve hatta ötesini yaşadım tanıştım o efsanevi insanlarla. En büyük dileklerimden biri, bir gün Dream Theater'ı da bir konserlerinde canlı seyredebilmek ve mümkünse onlarla da tanışabilmek. Müziğin bana verdiği huzuru ve mutluluğu tarif edebilmem çok zor. Yukarıdaki cümlelerin zihnimden bilgisayarın klavyesine nasıl döküldüğünü bilmiyorum. Sadece mutlu olduğumu biliyorum.

11.10.2013
OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...