NOT: Filmi izlemeyenler için bu
yazı ciddi spoiler içerir.
2001 yılında, vizyona girmeden önce gerçek bir yaşam
öyküsüne dayanan “A Beautiful Mind” filminin çıkan ilk fragmanı beni çok
etkilemişti. Russell Crowe ve Paul Bettany gibi akademi ödülü ve adaylıkları
bulunan usta oyuncuların başrollerini paylaştıkları ve gerçek bir hikayeden
uyarlanan film elbette kötü olamazdı ama bu işin bir de fragman endüstrisi var.
Hollywood en berbat filmler için bile öyle iyi trailerlar hazırlar ki sinemaya
gidip muhakkak görmek istersiniz. Bu hayal kırıklığını “Vanilla Sky” filminde
yaşamıştım. Fragmanıyla filmi tam anlamıyla tezat oluşturan bir çalışmadır
“Vanilla Sky” ve o filmin fragman yapımcıları bence işlerini en iyi yapan
sanatçılar. 1997’den beri fragmanı bu kadar süper olupta filmi tam aksine
berbat olan bir başka çalışma daha görmedim.
Konu fazla dağılmadan; çoğu
filmin fragmanında hikayeyi anlatan tok ve etkileyici bir ses tonuna sahip
birileri olur. “A Beautiful Mind” filminin fragmanında geçen cümle beni
derinden, tarifsiz yaralamıştı. Tam
anlamıyla verdiği mesaj şu şekildeydi. “Düşünün, sevdiğiniz insanları,
ailenizi, aşkınızı düşünün. Onları ölümleriyle kaybetmiyorsunuz. Onların
aslında hiç var olmamış olduklarını düşünün. Aslında hiç yoktular, onlar sadece
sizin zihinlerinizde yaşayan birer hayal ürünü kişilerdi ve günün birinde siz
bu gerçekle yüzleştiniz.” Princeton Üniversitesinden Dr. John Nash’in yaşamak
zorunda kaldığı bir trajediydi bu olay ve Ron Howard’ın yönetmenliğinde
başarıyla beyaz perdeye aktarılmıştı.
“I Origins” filmi 2014 yılında
çevrilmiş ve bu filmi izlemeden geçirdiğim yaklaşık 2 yıl için kendime
kızıyorum şu an. Bu hayatta birçok şey öğreniriz, karşılaştığımız çok şey
vardır. Okuduğumuz bir kitap, izlediğimiz
bir film, katıldığımız bir söyleşi vb. bir çok durumda karşılaştığımız olaylar
yaşamlarımıza gerçekten çok değer katar. 2 yıl önce duygusal ve ruhsal olarak
zor zamanlarım olmuştu ve vakti zamanında bu filmi kaçırmayıp izleyebilseydim o
anlarda hayatıma ve değer yargılarıma gerçekten anlam kazandıracağına ve insanı
etkisi altına alan bu ruhsal değişime pozitif yönde sürükleneceğime emindim. 2001 yılında ilk kez izlediğim ve sonrasında bir “Yüzüklerin Efendisi” serisi
kadar olmasa da defalarca yeniden seyrettiğim dram ve otobiyografi filmlerinin
en güzellerinden biri olan “A Beautiful Mind” tan tam 15 yıl sonra beni aynı
ölçüde derinden etkileyen tek film “I Origins” oldu.
Yakın arkadaşlarım Aşkın ve Kaan
çoğu zaman olduğu gibi evime oturmaya geldiler. Misafirim oldukları her zaman
evimde alkol eksik olmazdı. Çok konuşur, geyik yapar, güler eğlenirdik hep.
Birlikte oturup sinemaya gitmediğimiz zamanlarda evde film seyrettiğimiz anlar
çok az olmuştur. Ya basketbol maçı seyrederiz ya da eften püften şeylerden muhabbet
ederiz. Bu akşam farklıydı. Bira, votka veya rakı yerine çay, nescafe ve
kurabiyeler vardı. Kaan yanında harici hard discini de getirmişti ve onun
arşivinden kendi arşivime filmleri aktarıyordum. “I Origins”i gördüğümde
konusunu sordum. Bahsetmedi ve “mutlaka şu an açıp izlemeliyiz” dedi.
Birçok sahnesinde yerimden birkaç
kez fırlamama neden olan film sayısı çok azdır. “I Origins” filminin çoğu
sahnesinde istem dışı titrediğimi, ruhumun ve zihnimin tamamen bunun etkisinde
kaldığı anları çok güçlü bir şekilde yaşadığımı hissettim. “I Origins” aşırı
duygusal olan insanlara gerçekten çok zarar verecek niteliklere sahip bir film
ve buna rağmen sizi içine alıyor, filmi bırakmanıza izin vermiyor. Arkadaşlarım
gittikten sonra bazı yerlerini geri alıp, o sahneleri yeniden izledim.
Kesinlikle hayatımda yeniden izleyeceğim filmlerden biri olacak. Filmin bana
kattığı anlam duygusu ne kadar imkansızlıklarla dolu olsa da soyut olarak
insanın içinde çok büyük bir güce hitap ediyor. Sadece soyut olarak düşünün, sevdiğiniz
bir insanın ölümünü görüyorsunuz ve onunla yaşamdan sonra yeniden
karşılaşıyorsunuz. O sevgiye, o ruha yıllar sonra yeniden kavuşuyorsunuz. 1999
yılında Dream Theater’ın ilk konsept albümü “Metropolis 2: Scenes From A
Memory”nin cd.sini satın almıştım ve o albümü baştan sona dinledikten sonra
reenkarnasyona ilgi duymuştum. “I Origins” filmi, sizi içine alıp, bu hissin
aklınızda çok yoğun bir şekilde dolaşmasını sağlıyor. Filmde birbiriyle alakalı
sahnelerin takibinde ve yapılan bilimsel testler sırasında ekrandaki
görüntüleri ve duygu yoğunluklarını tarif edemeyeceğim bir büyüklükte kalbimde
ve zihnimde yaşadım. Uzun süredir beni bu kadar çok etkileyen bir film
izlememiştim. Muhakkak izlemelisiniz. Yönetmen Mike Cahill ve oyuncular Michael
Pitt ile Astrid Berges efsane bir iş çıkarmışlar.
Son olarak, “The Walking Dead”
dizisini 2010’dan bu yana takip ediyorum ve dizinin önemli oyuncularından
Steven Yeun’da “I Origins” filminde çok başarılı bir şekilde yardımcı oyuncu
rolünü üstlenmiş. “The Walking Dead” dizisi günümüzde fenomen olmuşken ve
birçoğumuzun hayatına giren önemli bir yapıtken ben yine de zamanında “I
Origins” filmini yakalayamamışım. 2 yıl gecikmeli de olsa bu duygu yoğunluğunu
yaşamak harikaydı.
OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7