6 Ocak 2016 Çarşamba

KÖK

NOT: Filmi izlemeyenler için bu yazı ciddi spoiler içerir.


2001 yılında,  vizyona girmeden önce gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan “A Beautiful Mind” filminin çıkan ilk fragmanı beni çok etkilemişti. Russell Crowe ve Paul Bettany gibi akademi ödülü ve adaylıkları bulunan usta oyuncuların başrollerini paylaştıkları ve gerçek bir hikayeden uyarlanan film elbette kötü olamazdı ama bu işin bir de fragman endüstrisi var. Hollywood en berbat filmler için bile öyle iyi trailerlar hazırlar ki sinemaya gidip muhakkak görmek istersiniz. Bu hayal kırıklığını “Vanilla Sky” filminde yaşamıştım. Fragmanıyla filmi tam anlamıyla tezat oluşturan bir çalışmadır “Vanilla Sky” ve o filmin fragman yapımcıları bence işlerini en iyi yapan sanatçılar. 1997’den beri fragmanı bu kadar süper olupta filmi tam aksine berbat olan bir başka çalışma daha görmedim.


Konu fazla dağılmadan; çoğu filmin fragmanında hikayeyi anlatan tok ve etkileyici bir ses tonuna sahip birileri olur. “A Beautiful Mind” filminin fragmanında geçen cümle beni derinden, tarifsiz yaralamıştı.  Tam anlamıyla verdiği mesaj şu şekildeydi. “Düşünün, sevdiğiniz insanları, ailenizi, aşkınızı düşünün. Onları ölümleriyle kaybetmiyorsunuz. Onların aslında hiç var olmamış olduklarını düşünün. Aslında hiç yoktular, onlar sadece sizin zihinlerinizde yaşayan birer hayal ürünü kişilerdi ve günün birinde siz bu gerçekle yüzleştiniz.” Princeton Üniversitesinden Dr. John Nash’in yaşamak zorunda kaldığı bir trajediydi bu olay ve Ron Howard’ın yönetmenliğinde başarıyla beyaz perdeye aktarılmıştı.


“I Origins” filmi 2014 yılında çevrilmiş ve bu filmi izlemeden geçirdiğim yaklaşık 2 yıl için kendime kızıyorum şu an. Bu hayatta birçok şey öğreniriz, karşılaştığımız çok şey vardır. Okuduğumuz bir  kitap, izlediğimiz bir film, katıldığımız bir söyleşi vb. bir çok durumda karşılaştığımız olaylar yaşamlarımıza gerçekten çok değer katar. 2 yıl önce duygusal ve ruhsal olarak zor zamanlarım olmuştu ve vakti zamanında bu filmi kaçırmayıp izleyebilseydim o anlarda hayatıma ve değer yargılarıma gerçekten anlam kazandıracağına ve insanı etkisi altına alan bu ruhsal değişime pozitif yönde sürükleneceğime emindim. 2001 yılında ilk kez izlediğim ve sonrasında bir “Yüzüklerin Efendisi” serisi kadar olmasa da defalarca yeniden seyrettiğim dram ve otobiyografi filmlerinin en güzellerinden biri olan “A Beautiful Mind” tan tam 15 yıl sonra beni aynı ölçüde derinden etkileyen tek film “I Origins” oldu.


Yakın arkadaşlarım Aşkın ve Kaan çoğu zaman olduğu gibi evime oturmaya geldiler. Misafirim oldukları her zaman evimde alkol eksik olmazdı. Çok konuşur, geyik yapar, güler eğlenirdik hep. Birlikte oturup sinemaya gitmediğimiz zamanlarda evde film seyrettiğimiz anlar çok az olmuştur. Ya basketbol maçı seyrederiz ya da eften püften şeylerden muhabbet ederiz. Bu akşam farklıydı. Bira, votka veya rakı yerine çay, nescafe ve kurabiyeler vardı. Kaan yanında harici hard discini de getirmişti ve onun arşivinden kendi arşivime filmleri aktarıyordum. “I Origins”i gördüğümde konusunu sordum. Bahsetmedi ve “mutlaka şu an açıp izlemeliyiz” dedi.


Birçok sahnesinde yerimden birkaç kez fırlamama neden olan film sayısı çok azdır. “I Origins” filminin çoğu sahnesinde istem dışı titrediğimi, ruhumun ve zihnimin tamamen bunun etkisinde kaldığı anları çok güçlü bir şekilde yaşadığımı hissettim. “I Origins” aşırı duygusal olan insanlara gerçekten çok zarar verecek niteliklere sahip bir film ve buna rağmen sizi içine alıyor, filmi bırakmanıza izin vermiyor. Arkadaşlarım gittikten sonra bazı yerlerini geri alıp, o sahneleri yeniden izledim. Kesinlikle hayatımda yeniden izleyeceğim filmlerden biri olacak. Filmin bana kattığı anlam duygusu ne kadar imkansızlıklarla dolu olsa da soyut olarak insanın içinde çok büyük bir güce hitap ediyor. Sadece soyut olarak düşünün, sevdiğiniz bir insanın ölümünü görüyorsunuz ve onunla yaşamdan sonra yeniden karşılaşıyorsunuz. O sevgiye, o ruha yıllar sonra yeniden kavuşuyorsunuz. 1999 yılında Dream Theater’ın ilk konsept albümü “Metropolis 2: Scenes From A Memory”nin cd.sini satın almıştım ve o albümü baştan sona dinledikten sonra reenkarnasyona ilgi duymuştum. “I Origins” filmi, sizi içine alıp, bu hissin aklınızda çok yoğun bir şekilde dolaşmasını sağlıyor. Filmde birbiriyle alakalı sahnelerin takibinde ve yapılan bilimsel testler sırasında ekrandaki görüntüleri ve duygu yoğunluklarını tarif edemeyeceğim bir büyüklükte kalbimde ve zihnimde yaşadım. Uzun süredir beni bu kadar çok etkileyen bir film izlememiştim. Muhakkak izlemelisiniz. Yönetmen Mike Cahill ve oyuncular Michael Pitt ile Astrid Berges efsane bir iş çıkarmışlar.


Son olarak, “The Walking Dead” dizisini 2010’dan bu yana takip ediyorum ve dizinin önemli oyuncularından Steven Yeun’da “I Origins” filminde çok başarılı bir şekilde yardımcı oyuncu rolünü üstlenmiş. “The Walking Dead” dizisi günümüzde fenomen olmuşken ve birçoğumuzun hayatına giren önemli bir yapıtken ben yine de zamanında “I Origins” filmini yakalayamamışım. 2 yıl gecikmeli de olsa bu duygu yoğunluğunu yaşamak harikaydı. 

 OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...