26 Kasım 2013 Salı

ANADOLU EFES: 2013-14 Regular Season Euroleague Yolculuğu


Türk Basketbolunun kulüpler düzeyinde hatırı sayılır bir başarı geçmişine sahip olan takımı Anadolu Efes, her yıl belirli bir istikrar ile Euroleague yolculuğuna başlayıp, başarıyı artırana kadar çok büyük sıkıntılar çeken bir basketbol takımı görüntüsü veriyor bizlere. Efes takımı salonun ardındaki yönetiminden teknik kadrosuna kadar örnek alınacak uygulamaya sahip bir organizasyon. Euroleague takımlarının verdikleri oylarla geçtiğimiz sezon yılın en iyi yöneticisi ödülünü Anadolu Efes Basketbol Kulübü Başkanı Sayın Tuncay Demirel almıştı. Ancak bu başarı ne yazık ki istenilen düzeye getirmiyor takımımızı.

İnişli çıkışlı bir grafikten sonra 2012-13 sezonunda Final Four’un kapısına kadar gelen takımımız ne yazık ki o kapının ardına geçememişti. O ana kadar; yani play off’un son maçına kadar gelmemizin en önemli nedeni yaptığımız başarılı hücum değil, geçilemez bir savunmamızın oluşuydu. Kurtarıcı rolünü oynar diye beklenen Jordan Farmar bile sezon boyunca vasatın üstüne çıkamadığı oyunlar oynadı. Elbette kazandırdığı ve çok üst düzey oyuncu olduğunu kanıtladığı maçları da vardı fakat bu görüntüyü resmin tamamında göremedik.

2013-14 sezonuna iyi bir başlangıç yaptık. 20 sayılık Milano galibiyetiyle başlayan sezon Fransa milli takımını Avrupa Şampiyonu yapan coach Vincent Collet’in çalıştırdığı ve yine o Avrupa Şampiyonu Fransa milli takımından birçok oyuncuyu bünyesinde barındıran takım Strasbourg’u deplasmanda 10 sayı ile mağlup ederek devam etti. 3. hafta Bamberg deplasmanında ilk 3 periyot iyi oynamamıza rağmen son periyotta ritim kaybedip son saniye basketiyle aldığımız mağlubiyet takımımızı yıprattı. Sonrasında Zalgiris galibiyeti oyuncularımızın bireysel yeteneklerini sahaya iyi yansıtmalarının dışında Litvanya takımının maddi ve manevi olarak zor günler geçirmesininde verdiği moralsizlikle geldi. Ne yazık ki o mükemmel fikstür avantajını yok eden talihsiz gece 13.Kasım.2013 akşamı Madrid’te yaşandı. 46 sayı farkla tarihimizin en büyük yenilgilerinden birini yaşadık. İlk roundun ilk maçları tamamlanırken motivasyon olarak en dipteydik. Bu kötü anlar topluluğu oyuncularımızı o kadar etkilemiş olacak ki; rövanş maçları başladığında Milano deplasmanında aynı Bamberg deplasmanında olduğu gibi müthiş oynarken son periyot 14-0’lık bir seriyi potamızda görünce üzücü bir yenilgi daha geldi.

Şu an öyle bir dönemdeyiz ki; yapacağımız tek bir anlık hata bile bu yıl ki Avrupa yolculuğumuzda bizi en dibe sürükleyecek olumsuzluklar yaratabilir. 3-3 ile grubun ortasında bulunuyoruz. Grupta son maçlarımız olan deplasmandaki Zalgiris Kaunas ve içerdeki Real Madrid maçlarından önce evimizde Strasbourg ve Bamberg ile oynayacağız. Son iki maça stres içinde çıkmamak ve ikinci round olan Top 16’ya kalmayı garantilemek için bu iki maçı muhakkak kazanmak zorundayız. Efes kağıt üstünde kadro derinliği ve oynadığı basketbol olarak bu iki takımdan da üstün bir takım. Bu maçları kazanacağımıza inanıyorum ve iyi ya da kötü bir şekilde Top 16’ya kalabileceğimizi düşünüyorum. Asıl kazanmak zorunda olduğumuz şey oyuncularımızdır.

Türk medyası ve sosyal paylaşım sitelerinde yazarından taraftarına kadar birçok insan Zoran Planinic’i eleştiriyor. Zoran bence Efes’in şimdiye kadar yaptığı en iyi transferlerden biri. Geçmişte Tau Ceramica ile final four oynamış, CSKA Moskova ile Euroleague şampiyonluğuna ulaşmış, ardından Khimki Moskova’nın FIBA Eurochallenge şampiyonu olmasında en aktif rolü oynamış ve MVP ödülü almış, kısacası kendisini kanıtlamış bir oyun kurucu. Tüm bunları yaparken bulunduğu pozisyonda yalnızdı ve oyun sistemleri içinde skor yükünü paylaştığı çok az isimler vardı. Şu an Efes’in hücum rotasyonu çoğu zaman 5 numara pozisyonunda oynayan Semih ve Barac hariç her pozisyondaki Gordon, Hopson, Kostas, Dragicevic, Kerem Gönlüm ve Zoran üzerinden dönüyor. Böylesine paylaşılan bir sistemde Zoran Planinic’in eski takımlarında üstlendiği skor gücü bu yıl ki oyununa yansımıyor doğal olarak. Onun aldığı bu eleştiriler bence kariyerinin en olgun döneminde olan bir sporcu için iyi şeyler değil ve bir yeteneği bizlerden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Zoran NBA’de oynamış ve bir basketbolcunun yakalayacağı her başarıyı tatmış bir sporcu. Karakter olarakta inanılmaz bir insan. Bana Harun Erdenay’ı hatırlatıyor, hiçbir şeye itiraz etmiyor ve karşı tepki vermiyor. Geçtiğimiz yıl Vujacic’in yersiz konuşmaları yüzünden hem onun hem de takımımızın neler kaybettiğini hep birlikte gördük.

Bu yazı kimlere ulaşır, kimler ne düşünür bilemem, sonuçta bir nevi hobidir blog yazmak ancak yürekten inanıyorum ki; Efes’in Final Four oynayacak gücü ve kadrosu var. Umarım coachumuz Oktay Mahmudi; Zoran, Gordon ve Kostas’ın bir arada sahada kalacağı ve birlikte verimli olabilecekleri dakikaları özenle tespit edip her maça başarılı müdahaleler yapabilir ve bu zorlu yolu fire vermeden geçeriz. İlerleyen haftalarda neler olabileceğini hep birlikte göreceğiz. Umarım ve dilerim bu blog üzerinde başarılı anlarımızı paylaşırım.

26.11.2013
OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

10 Ekim 2013 Perşembe

HAYATA DAİR BİR AĞIT; DREAM THEATER



Bir zamanlar sahip olduğum en değerli soyut zenginliklerimin birer birer yokoluşunu yaşadığım bir dönemden geçmişti hayatım. Olumsuzlukların tamamını aşmamda bana yardım eden tek unsur müzikti. Heavy Metal, Hard Rock, Power Metal ve Progressive Metal müziğin hayatıma ve iç dünyama kattığı gücü, huzuru tarif etmemin imkanı yok. Bu tarife en yakın herhalde Iron Maiden konserine gittikten sonra yazdığım blog yazısı olurdu. O huzur ve o gücün içimde varolmasını ve yaşamımı sürdüren yegane kaynaklardan biri olmasını sağlayan en önemli gruplardan biri Dream Theater olmuştur.

Metropolis Part:2 Scenes From A Memory ile tanıdım onları. Konsept albümlerin bence en güzeli olan bu çalışmanın hikayesinden her bir notasına kadar olan tamamı, beni progressive müziğe aşık etmeye yetmişti. Victoria'nın yaşadığı pandomim, Miracle ve Sleeper'ın hayata dair bakış açıları ve Nicholas'ın zihninde gelişen olaylar; o efsanevi notalarda bana aşkı, dramı, korkuyu adeta yeniden tanıtmıştı. Metropolis 2'den sonra bu tarihi müzik devriminin öncesi ile tanıştım ve ilk albümleri When Dream And Day Unite "Düş'ün ve Günün Buluştuğu An" devamında ikinci albümleri "Images And Words" beni cennetin bahçelerini yeryüzünde hissedecek kadar ayaklarımı yerden kesen parçaların oluşturduğu, tanımlaması zor bir dünyanın içine sokmuştu. Bu yolculuk öylesine bir efsaneydi ki benim için; adeta Dream Theater'ın yeni bir albümünü dinlemediğim her bir gün çektiğim acılar bir bir geri geliyormuş gibi hissediyordum. Hüzünlerimi aşmamı sağlayan bir kurtarıcı haline gelmişti benim için Progressive Metal müziği ve Dream Theater. Awake ve Metropolis 2 albümleri benim için birer hazinedirler ve cd rafımda en güzel yerde dururlar.

Dream Theater ve progressive müzik için söyleyebileceğim birçok şey var. Her gün onlar için yeni bir yazı yazabilirim. Her notaları, her riffleri, James Labrie'nin her vokali beni yaşadığımız bu dünyaya dair birçok düşünceye itmeye yeterli gücü oluşturur içimde. Düşüncelerimi içimde yaşarım. 1989'dan bu yana varlar ve varlıkları profesyonel anlamda Progressive müziğin yapıtaşı anlamına geliyor. Ben 10 yıl sonra onları tanıdım 1999 yılında çıkardıkları Metropolis 2 albümleri hayatımın dönüm noktalarından biri olmayı başardı. Yukarıdaki düşüncelerimi bu satırlara dökme isteği duydum. Bunun tek nedeni ise bu ay (Ekim 2013) çıkardıkları kendi adlarını verdikleri son albümleri "Dream Theater"ın ilk 3 parçasını dinledikten sonra kendimi yine çocukluk ve gençlik yıllarımda hissettiğim heyecanın içinde bulmuş olmamdır. Son albümü şu an dinliyorum ve müzikal bir devrimin içindeyim yeniden. "Looking Glass" ve "Behind The Veil" ilk izlenimlerimle beni bitirdi. Tüm o notalardaki ilk huzuru yaşadığım yıllara dönmek, o heyecanı, o hayatı hissetmek eşsiz bir güzellik, mükemmel bir mutluluk.

Dream Theater'ı çok seviyorum. Onlar hayatımın gruplarından biri. Blind Guardian'ı, Iron Maiden'ı, Anthrax'ı gördüm, canlı seyrettim ve hatta ötesini yaşadım tanıştım o efsanevi insanlarla. En büyük dileklerimden biri, bir gün Dream Theater'ı da bir konserlerinde canlı seyredebilmek ve mümkünse onlarla da tanışabilmek. Müziğin bana verdiği huzuru ve mutluluğu tarif edebilmem çok zor. Yukarıdaki cümlelerin zihnimden bilgisayarın klavyesine nasıl döküldüğünü bilmiyorum. Sadece mutlu olduğumu biliyorum.

11.10.2013
OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

4 Eylül 2013 Çarşamba

EUROBASKET 2013 "TÜRKİYE İÇİN 1. GÜN"



Kabus dolu bir günü geride bıraktık. Bugün benim için çok zordu. Türkiye saatiyle zaman 17:30'u gösterdiğinde hayal kırıklığından ayakta zar zor durduğumu hatırlıyorum. Şu an bile bu yazıyı zorluklar içinde yazıyorum.

Kağıt üstünde favori gösterildiğimiz Finlandiya karşısında şok bir yenilgi aldık. Savunmaya her zaman önem veren bir takım olduk. Hatta Avrupa'da savunmamızla adı anılan bir takımız ancak iş sadece savunma ile bitmiyor. Hücumda etmelisiniz. Bugün hücumda bitik ötesiydik. Çok komik anlar yaşadık. Bir lise takımının bile yapamayacağı kadar kötü bir hücum performansımız vardı. Maçın ilk 7 dakikası geçilirken tek bir sayı bile bulamamış olmamız tarihimizde bir ilk olabilir. O ilk 7 dakika atılamamış sayılar, maçın sonunda bizi nasıl da o dakikaları arar hale getiren bir çaresizlik sahneleri oluşturdu. Toparlanmamız için zaman yetmedi.

Tanjevic'i eleştirmekten bıktım ancak aklıma başka bir sonuç gelmiyor. Bir takım oyun kurucusu kadar konuşur. Kerem Tunçeri neden bu takımda yok..? Bugün maçı anlatan Murat Kosova'nın daha ilk periyotta söylediği cümle "acaba bu maçı izleyen kaç kişinin aklına gelmiştir Kerem'in olmayışı" oldu. Biz onun eksikliğini çok hissediyoruz. Umarım bu yapılanma meyvesini verir ve eski günlerimize döneriz. Bugün ki gibi oynamaya devam edersek; İtalya, Yunanistan ve Rusya bizi ezerek geçerler.

İlk günden Eurobasket'in bittiğini hissetmek çok zor ve tarif edilemeyecek kadar kötü bir duygu. Az önce bizim grubumuzdaki diğer takımlardan İtalya-Rusya maçını izledim. Her iki takımda savunma ve hücum rotasyonlarında bizden daha iyi birer takım değiller. Kişiliğimizi kaybetmezsek, sorumluluklarımızı sahaya yansıtabilirsek yeniden bir üst tur için potada olabiliriz. Ancak yarın kaybedersek bizi mucizeler bile götüremez ikinci tura. Bu yüzden diliyorum ki yarın İtalyan milli takımı karşılarında ölümüne oynayan bir Türk takımı bulacak.

Bugün Finlandiya'lı gazeteciler sosyal medyada ve Fin basınıda TV'lerinde hep aynı mesajları paylaştılar. "Basketbol tarihimizin en önemli galibiyetlerinden birini aldık."
Ne yazık ki onlara bu sevinci yaşattık. Fin takımı ekstra hiçbir şey yapmadı. Onları 61 sayıda tutmak bizim için gayet makul bir savunma örneğiydi. Sadece biz atamadığımız için kaybettik. Umuyorum ki yarın ve izleyen günlerde bu kötü etkiyi ortadan kaldıracağız.

OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7


28 Temmuz 2013 Pazar

SEVİNÇTEN DAMLAYAN GÖZYAŞLARI: 26.07.2013 IRON MAIDEN TÜRKİYE KONSERİ

1996 yılında hayatıma girmiş ve 17 yıldır beni hiç yalnız bırakmamış; her sevincimde ve her hüznümde her daim acılarımla ve mutluluklarımla yanımda olmuş ilk, tek ve en büyük müzik grubunu ilk kez canlı seyretme şerefine nail oldum.


Iron Maiden, efsanevi “Maiden England European Tour” turnesini yeniden canlandırıyor ve eskiden olduğu gibi 92 yılına kadar olan parçalarını seslendiriyor konserlerinde. Yani bu turneyi izleyen herkes yeni albümler ve şarkılar yerine New Wave Of British Heavy Metal akımını başlatan efsane parçaları canlı olarak izliyorlar ve geçmişe masal dolu bir yolculuk yapıyorlar. 26. Temmuz.2013 Cuma akşamı, İstanbul İnönü stadında bu yolculuğa şahsen çıkmış biri olarak, ne kadar zor olsa da duygularımı paylaşacağım.



Anthrax'ten Joey Belladonna ve Scott Ian ile beraber olduğum fotoğraflar..

Ülkemizde Heavy Metal müzik yayını olarak çıkan tek basın organı Headbang dergisinin yazarları Erdem Tatar, Sadi Tırak ve yakın arkadaşım Nitro grubunun vokalisti, organizatör Erdem Çapar ile birlikte İstanbul’da, The Ritz Carlton Hoteldeyiz. Anthrax grubu; heavy metal tarihinin thrash metal grupları arasında Metallica, Megadeth ve Slayer ile birlikte “Big Four” olarak adlandırılan en iyi 4 grubundan biri olarak gösterilen New York’lu bir grup. 80’li yılların başından bu yana profesyonel müzik yaşamlarını sürdüren bu büyük efsanenin vokalisti Joey Belladonna ve gitaristi Scott Ian ile Headbang dergisinin röportajı esnasında tanışıp, fotoğraf çekildim. Bu iki büyük efsane yanımdaydı. Joey ile çekildiğim ilk fotoğrafı beğenmedim ve ikinci fotoğrafı çekilmek için özür dileyerek tekrar yanaştım. Tebessüm etti ve “Özür dileme” dedi. Scott ise elimi sıkmak yerine yumruk selamı yaptı ve peş peşe iki fotoğrafta yeraldı benimle. 2007 yılında Blind Guardian’dan Hansi Kürsch ve Andre Olbrich’le tanıştığım anlarda hissettiğim duyguların aynısını yaşadım. Efsanevi anlardı. Yukarıda sözünü ettiğim bu grup, bu büyük efsane Anthrax; Maiden England turnesinde Iron Maiden grubunun alt grubu olarak sahneye çıkıyor. Her gün büyüklüğünü kabul ettiğim Iron Maiden’ın bir kez daha ne kadar büyük bir grup olduğunu kanıtlayan bir gerçeklik. Anthrax, başlı başına bir headliner grup zaten. Big 4’un bu efsane grubu ülkemizde de Iron Maiden’ın alt grubu olarak sahne aldı. Iron Maiden konseri sayesinde onları da izleme onuruna eriştik.

Iron Maiden bu efsane turnesinde 2 alt grupla turluyor. Voodoo Six, daha önce hiç dinlemediğim bir İngiliz hard rock grubu. Anthrax ile tanışma fırsatını geri çeviremeyeceğim için onların sahneden inmesine yakın stada giriş yaptım ve son 2 parçalarını dinledim. Tatmin edici bir soundları ve sahne enerjileri vardı. Onlardan 15 dakika sonra sahneye çıkan Anthrax ise adeta tozu dumana kattı. 1 saatten az sahnede kaldılar ve sadece 9 parça çaldılar. Açılış parçaları “Caught In A Mosh”  ve efsanevi AC/DC coverı “TNT” canlı yaşanılası en güzel anlardandı. Böylesine büyük bir geçmişi ve tarihi olan “Big 4” efsanesinin playlistinde 9 parça olması ve 3’ünün de cover olması garipti ama yinede eğlenceliydi Anthrax’ı izlemek. Anthrax’ten sonra sahne Iron Maiden için hazırlanmaya başladı. Program setlistinde Maiden’ın 20:45 te sahneye çıkacağı yazılıydı. 20:30’da Iron Maiden’ın official videolarını çeken bir grup kameraman ve fotoğrafçı sahneye çıktı. Fotoğrafçılar, seyircilerden havaya girmelerini istediler ve Maiden çıkmışçasına tüm fan.lar coştuk. Onlar da bizi fotoğrafladılar.

Saati tam hatırlamıyorum ama Iron Maiden 20:55 ya da 21:00’de sahneye çıktı. Moonchild ile konsere girdiler. Onları ve Bruce’u görünce tüm yorgunluğumu unuttum. Saatlerdir ayakta durmanın verdiği yorgunlukla ağrıyan bacaklarımı artık hissetmiyordum.     Benim için ilk ve en önemli an ise Moonchild’ın nakarat kısmında Bruce Dickinson’ın oldukça düzgün bir Türkçe ile “HAYDİ TÜRKİYE!” diye bizlere seslenmesi oldu. Tüylerin diken diken olmasının ötesiydi bu an benim için. Bruce Dickinson 55, Steve Haris ve Dave Murray 57, Janick Gers ve Adrian Smith 56, Nicko McBrian ise 61 yaşındalar. Ama onlar, 80’li yıllardaki 30 yaşlarındaki ve en büyük enerjilerine sahip oldukları anlardan farksızdılar. Çok enerjiktiler. Bruce Dickinson en canalıcı konuşmayı Afraid To Shoot Strangers’tan önce yaptı. “Du-yduğumuza göre herkes İstanbul’da ki konserlerini iptal ediyormuş ama Iron Maiden hiçbir şeyden korkmaz” dedi. Bizler ise ona “Her yer direniş, her yer Taksim” diye sloganlarla cevap verdik. Her şarkı esnasında Bruce’un “Scream for me İstanbul, scream for me Türkiye” diye seslendiği anlarda gözlerim doluyordu. Afraid To Shoot Strangers şarkısını seslendirirken konser için en sürpriz anlardan biri daha geldi. Şarkı sözlerinde Bruce “God let us go now and finish what’s to be done” dediği mısra da “God”tan sonra gökyüzüne bakarak “which one” dedi. En özel an ise Fear Of The Dark’ın sözlerini “İstanbul in the dark” ve “Fear of the park” olarak değiştirmesiydi. Kelimelerle anlatılamaz, yaşanılması en güzel anlardan biriydi. Efsane şarkı Fear Of The Dark devam ederken Bruce seyircilerden aldığı bir “Maiden Turkey” pankartını Nicko’nun davuluna yapıştırmak adına şarkının sözlerini eksik söyledi. Konser devam ederken en büyük rüyamı gerçekleştirdiğim için düşündüğümden daha az fotoğraf çektim onları izlemek ve dünya gözü ile mümkün olduğundan daha fazla görebilmek adına sürekli onlarla vakit geçirdim, gözlerimi onlardan ayırmaksızın. Bis esnasında sahneye geri döndüklerinde en sevdiğim şarkıları The Evil That Men Do’yu seslendirdiler. Konser boyunca Eddie harikaydı. Kostümleri süperdi, The Trooper’da Bruce Dickinson klasik İngiliz askeri üniforması ve Britanya bayrağı ile sahnedeydi. The Evil That Men Do sondan bir önceki parçaydı. Bize veda ettikleri parça ise bir başka özgürlük şarkısı olan Running Free oldu. Çok anlamlıydı.

Iron Maiden İstanbul konserinde benim çektiğim bir kare..

Küçücük  bir çocukken dinlemeye başladığım grubu, hayatımın her döneminde yanımda olan bir efsaneyi canlı olarak gördüm ve izledim. O gün gündüz, o gecenin hayalini bile kurarken gözlerimden yaşlar akıyordu. Sevinç gözyaşının tanımını ilk kez o zaman hissettim. 26.Temmuz akşamı ise hayatım boyunca çektiğim tüm acıların hislerimde bıraktığı kaybolmaya yüz tutmuş izleri tamamen yok oldu. O geceden sonra yepyeni bir insan olduğuma inanıyorum. Bu tamamen Iron Maiden sayesinde oldu. Tüm dünya da fanların nasıl hissettiklerini biliyorum artık. 20’li yaşlarımı tamamladığımda üzülüyordum. 29’dan 30’a geçtiğim an her şeyin değişeceğini biliyordum ama 30. yaşımın en güzel yılım olacağını bilmiyordum. Umarım onları yeniden görebilirim.

OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

30 Haziran 2013 Pazar

IRON MAIDEN 26.07.2013 İSTANBUL - TÜRKİYE KONSERİ



Sadece bir karton parçası ama o herşey.. Tüm hayatımın anlamı.. Kaybettiğim bütün soyut değerlerin acısından arınmamı sağlayan, amacının hayatımın en önemli kültür olaylarından biri olmasını olanak tanıyacak olan bir karton parçası. Küçücük bir çocuk olduğum yıllardan bu yana hayata tutunma nedenlerimden biri olan insanları görmeye gidiyorum. Her üzüldüğümde, her hüzünlendiğimde ve her sevindiğimde beni bugüne kadar yalnız bırakmamış olan insanları görmeye gidiyorum. 1996'da onları tanıdığım ilk günden beri, dilek olay tam 17 yıldır, o eşsiz notaları ve müziği dinlemeden geçirdiğim, zihnimde yankılanmadan tamamladığım tek bir günüm bile yok. Sadece bir karton parçası için yazabildiklerim bunlar. Onları canlı canlı görmek, izlemek ve dinlemek yeryüzünde cenneti yaşamak gibi birşey olacak. Tarifini yapmamın, tasvir edebilmemin imkanı yok.

7 Haziran 2013 Cuma

CENNETTEKİ GÖZYAŞLARI, DRAZEN PETROVIC (1964-1993)


Sadece İyiler Genç Ölür..


"Hırvatistan'a gittiğimde gördüğüm cenaze töreni sanki bir devlet başkanı ya da çok önemli bir kişi için düzenlenmişti. Tahminde edebileceğiniz gibi.. Çok üzücü bir manzaraydı. Böyle bir insanın kariyerinin zirvesindeyken aramızdan ayrılışı gerçekten de trajik. "
Willis Reed (New Jersey Nets eski coachu ve yöneticisi)


Drazen Petrovic; 22.Ekim 1964'te Hırvatistan'ın Adriyatik denizi kıyısındaki küçük bir sahil kasabası olan Sibenik'te doğdu. 13 yaşında basketbolla tanıştı. İlk başarıları;


1980: İstanbul'da düzenlenen Avrupa Gençler Basketbol Şampiyonasında Hırvatistan milli takımına bronz madalya kazandırdı.
1981: Balkan Şampiyonası Yugoslavya Genç Milli takımına Altın madalya kazandırdı.
1982: Sibenka ile Avrupa Korac Kupası ikinciliği.
1983: Tekrar Sibenka ile Avrupa Korac Kupası ikinciliği.
1986: Cibona Zagrep ile Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası (O zamanki Euroleague) şampiyonluğu.
1987: Cibona Zagrep ile Avrupa Kulüpler Kupası şampiyonluğu. 
1988: Cibona Zagrep ile Avrupa Korac Kupası ikinciliği.
1988: Seoul Olimpiyatlarında Yugoslavya Milli takımı ile Gümüş madalya.
1989: Avrupa Basketbol Şampiyonasında Yugoslavya Milli takımı ile Avrupa şampiyonluğu.
1990: Dünya Basketbol Şampiyonasında Yugoslavya Milli takımı ile Dünya Şampiyonluğu.
1992: Barcelona Olimpiyatlarında Hırvatistan Milli takımı ile Gümüş madalya.


Drazen, Hırvat liginde Smelt Olimpija karşısında 112 sayı atarak kırılması çok zor bir rekoru eline geçirdi. 1988'de Avrupa Korac Kupasında Finlandiya temsilcisi Katkan karşısında da 62 sayı atarak. Avrupa kupalarında bir maçta atılan en yüksek sayı rekoru ile şu an günümüzde halen kırılmamış bir rekorun sahibi. 1989'da ki Avrupa şampiyonluğu ile beraber kariyerine NBA'de devam etti. Portland Trail Blazers'ta fazla forma şansı bulamadı buna rağmen 1990'da NBA finali gördü. Daha sonra New Jersey Nets'e transfer oldu ve bu adım basketbol dünyasının dönüm noktalarından biriydi.


Dönemin bir çok otoritesi onu basketbolu hayatta herşeyden önemli tutan bir insan olarak nitelendiriyorlardı. Fakat Yugoslavya'da başlayan savaş onun değer yargılarını değiştirmişti. 90'da patlak veren iç savaş Yugoslavya'yı ülke ve halk olarak ikiye bölmüştü. Kayıtlara göre son sezonunda Amerika'dayken kısa dalga radyo frekanslarından ülkesinde olup bitenleri takip ediyordu ve 1 yaz boyunca da ailesiyle Zagrep'te bombalardan kaçarak bir yaşam sürmüştü. Yugoslavya'da yaşanan savaşın trajedisi Drazen Petrovic'in basketbol aşkını ve evine duyduğu özlemi artırdı. Bu dönemden sonra Drazen ülkesini temsil etmeye devam etti ve bağımsız Hırvatistan milli takımında oynadı. 92 olimpiyatlarında sadece Jordan'lı Rüya Takıma yenilerek gümüş madalya kazandı. Hırvatistan kendi bağımsızlığını kazanmaya çalışırken o NBA'de bir yıldız, ülkesinde de bir kahraman haline geldi.


1993 sezonunda Drazen'in Nets ile kontratı bitmişti. Nets yönetimin kalması için yaptığı tüm ısrarlarına rağmen o ülkesine döndü. Hırvatistan'da savaş sürüyordu. Savaş devam ederken orada bulunmayadabilirdi. Sezonun ardından bir gazeteci ona "Neden savaş sürerken ülkene dönmek istiyorsun?" diye sorduğunda "Çünkü orası benim ülkem" dedi. Bu basına söylediği son sözler oldu. O yaz Yunanistan'dan iyi bir teklif almıştı ve Avrupa'da kalmak istediğini belirtircesine NBA yaz kampına katılmadı. Hırvatistan milli takımıyla Polonya'da ki bir turnuvada Slovenya'ya karşı bir hazırlık maçı oynadı. Bu maç onun kariyerindeki son maç oldu. Turnuvadan sonra takımıyla beraber Zagrep'e dönerken hayatını değiştirecek bir karar verdi. Takımla birlikte Zagrep'e dönmek yerine kız arkadaşıyla beraber Almanya'ya gitmeyi tercih etti.


"Cebinde Zagrep'e uçak biletleri olmasına rağmen, o bu bir kaç günlük kaçamağı yapmak istedi.."
Warren Legarie (Drazen Petrovic'in menajeri)


Drazen 7.Haziran.1993'te, 3 arkadaşıyla, Frankfurt'tan Zagrep'e giderken sabaha karşı 5 sıralarında, otobanda aşırı yağıştan kayganlaşan yolda aracın kontrolünü kaybederek bir kamyonla çarpıştı. Kaza anında Drazen ve kız arkadaşı hayatlarını kaybettiler.


1990 yılında, şu an ülkemizde Anadolu Efes basketbol takımının başında olan Dusan Ivkovic’in çalıştırdığı Yugoslavya milli takımı Dünya Şampiyonu olurken, o takımın en önemli oyuncuları Hırvat Petrovic ve Sırp Divac’tı. Dağılan Yugoslavya’nın en iyi oyuncuları ve iki en iyi arkadaştılar. Şampiyonluğun ardından parkelere inen bir taraftarın elinde Hırvatistan bayrağı vardı. Divac’ın söylediğine göre o taraftar Yugoslavya için kötü şeyler söyleyip sadece Hırvatistan’ı övmüştü. Vlade Divac şanssız bir şekilde hemen yanıbaşında gerçekleşen bu olaya sert bir tepki verdi; burda şampiyonun Yugoslavya olduğunu ve sadece Hırvatlara ait bir başarı olmadığını söyleyip, adamın elindeki Hırvatistan bayrağını alıp yere attı. Divac’ın bu hareketi Petrovic’le olan arkadaşlığını tamamen bitirdi. Drazen Petrovic aşırı milliyetçi bir Hırvat’tı ve ne kadar iyi arkadaş olsalar bile bunu kabul edemedi.


Vlade Divac ve Drazen Petrovic arasındaki dostluğun bitmesinin ardından Divac’ın o ölene kadar bu dostluğu kurtarma çabaları ve verdiği tüm demeçlerin hepsi birer insanlık dersi niteliğindedir. Onların hepsini burda yazmayacağım. ESPN’in 2010 yılı yapımı “Once Brothers” (Bir Zamanlar Kardeştiler) isimli belgeselinde hepsi çok iyi bir şekilde işlenmiş. Benim şimdiye kadar izlediğim en iyi belgesel. Basketbol adına çok büyük duygu dolu anlar, bir arkadaşlığın yıkılması ve ardından gelişen olaylar hem siyasi hem de spor açısından çok başarılı bir şekilde izleyiciye aktarılıyor.

Drazen Petrovic'in ölümünden sonra bütün dünyadan sevgi mesajları yağdı. Nets 3 numaralı formayı emekliye ayırdı. İsviçre Lozan'da Olimpiyat parkına Drazen'in bir heykeli dikildi. 2001'de Wimbledon şampiyonu Hırvat Goran Ivanisevic bu başarısını Petrovic'e adadı. Drazen Petrovic; Avrupa Basketbolunun dünya da söz sahibi olmasını sağlayan ve birçok Avrupalı oyuncuya NBA kapısını açan ilk ve tek önemli sporcuydu.


OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

Dip Not: Tarih bilgileri Vikipedi, sporcu ve coach yorumlarıını Hoop Magazine'den aldım.


9 Mayıs 2013 Perşembe

FINAL FOUR DEĞERLENDİRMESİ 2



BARCELONA REGAL - REAL MADRID

Barcelona, Euroleague'in en az sayı yiyen, Real Madrid ise en çok sayı atan takımları. Barcelona, play off'lara gelene kadar yenilgi sayısı en az olan ve ligi hem ilk round maçlarında hem de Top 16'da en çok domine eden takımdı. Ancak play off'ların çok daha farklı bir atmosferi olduğunu Panathinaikos bizlere gösterdi. Barcelona'nın direncini kırdılar. Zor bir şekilde 3-2'lik bir seriden çıkarak son 4'e gelen Barcelona dominant kimliğini play off maçlarında kaybetti. Navarro, Jawai ve Tomic gibi oyuna direkt etki edebilecek yıldızların yanında Sada ve Ingles gibi görev adamlarına sahip gerçek bir savunma takımı olan Barcelona'yı, Real Madrid gibi ışık hızıyla oyun oynayan, Euroleague'in en iyi hücum takımlarından birine karşı izleyeceğiz. İzlemesi çok keyifli bir maç olacak.

Real Madrid ise Rudy Fernandez, Huartes ve Squarez'in oyun karakterleriyle şampiyonluğa inanmış ve adeta basketbola yeni bir tanım getirmiş gibi atletizm basketbolu oynayan bir takım.Bu karşılaşmada kilit oyuncular herkesin tahmin edeceği gibi Barcelona'dan Navarro, Real Madrid'ten ise Fernandez. Bireysel anlamda Fernandez'in Navarro'ya üstünlük kuracağını düşünüyorum ancak kazanıp finale çıkmak istiyorlarsa bu rolü tüm takım olarak oynamaları gerekiyor. Kritik anlarda Navarro'nun eline bakan Barcelona'ya karşı savunma karakterlerinide ön plana çıkarırlarsa rahatlıkla 2013 finalinde mücadele edeceklerdir.

Her iki maçta birer erken final. 10-12 Mayıs 2013'te, Londra'da Avrupa'nın en güçlü 4 basketbol takımını şampiyonluk yolunda izleyeceğiz. Bir basketbolsever olarak keyifli bir haftasonu geçireceğim. Bir taraftar olarak ise üzgün bir haftasonu. Regular season, Top 16 ve play off çeyrek finallerinde, temsilcimiz Anadolu Efes'in bu dört takımdan üçüne mağlubiyetler yaşatmış olması ve final four'a son 1 maç kala Euroleague'den elenmiş olup Londra'ya gelememesi.

OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...