10 Şubat 2013 Pazar

THE FOLLOWING


Edgar Allen Poe; yaşadığımız dünya da gothic öykülerinin bir akım gücü oluşturmasına ön ayak olmuş en büyük yazarlardan biridir. Sadece eserleriyle değil, yaşamı ve çektiği sıkıntılarla bile bir çok hayata yön vermiş usta bir yazardır. Ölümünün üstünden 150 yılı aşkın bir süre geçse de eserleri bir çok sanat yapıtına ilham kaynağı oluşturmuş büyük bir sanatçıdır. Iron Maiden ve Dream Theater gibi günümüzün Dünyaca ünlü Heavy Metal ve rock tarihinin en şahsiyetli grupları çoğu şarkı sözlerini Poe’nun ışığında hayata geçirmişlerdir. En önemlisi ise sinema sektöründe varolmuştur. Tam 241 adet sinema filmi çekilmiştir Edgar Allen Poe eserlerinden oluşan. Ölümünden tam 172 yıl sonra en önemli eserlerinden biri olan Raven (Kuzgun) sinemada yeniden hayat bulmuştur. Yazımın başlangıcında Edgar Allen Poe ile ilgili kronolojik girişin tek sebebi; kendisinin  yaşadığımız dünyayı şu an yeni bir kültür olayı ile sallıyor olmasıdır.

“The Following” dizisi TV dünyasına yepyeni bir soluk getirdi. İnanılmaz kurgusu ile daha ekranlarda yer bulmadan  bile ratingleri patlatacağının sinyallerini verdi. 3. bölümünün ardından IMDB’de 8.2 puana ulaşan eser; TV dizisi kültüründe suç, dram ve gizem dallarına yepyeni anlamlar kazandıracak.

Virginia Üniversitesi’nde Edebiyat öğretmenliği yapan bir üniversite hocası peşi sıra nasıl bir şizofrene, psikopata ve sonunda seri katile dönüşür?  Bütün bunların ötesinde Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan yaklaşık 300 seri katili örgütleyip, insan hayatını cehenneme çevirmeye çalışan, akıl küpü bir şizofrenin karşısında , kendisini onu yakalamaya ve tüm insanlığa çektirdiği zulümü sonlandırmak için mesleğine hayatını adamış bir FBI ajanının verdiği mücadeleyi izlerken nasıl gerilmeyeceğiz?

Eski üniversite öğretmeni seri katil Joe Carroll karakterine hayat veren James Purefoy mükemmel bir oyunculuk sergilemiş. Karşısında FBI ajanı Ryan Hardy karakterini canlandıran bir dönemin efsane oyuncularından Kevin Bacon ise adeta küllerinden doğmuş ve TV ekranlarına yepyeni bir soluk getirmiş. Senaristler o kadar başarılı ki; Joe Carroll’ın cinayet kurgusunu ve ajan Hardy’nin onun karşısında yeraldığında ki tutumunu, ikisinin birbirleri arasında oluşturduğu tüm tezatları, dinamikleri ve aralarındaki ilişkiyi mükemmel bir şekilde ekrana taşımışlar. Pilot bölümü izlerken Hardy ve Carroll’ın repliklerinde adeta başım döndü. Yeni bir diziye başladığınızda, pilot bölüm ve pilot bölümü takip eden 2-3 hafta boyunca konuya ısınmaya çalışırsınız. The Following daha ilk bölümüyle birlikte sezon finaline gelene kadar çatlayacağınızın garantisini veriyor. Prison Break’ten sonra hiçbir diziye bu kadar iştahlı ve heyecanlı bir şekilde başladığımı hatırlamıyorum.

The Following, 40 dakika boyunca tüm sorunlarınızı unutup rahatlıkla kafa dağıtabileceğiniz ve beyin fırtınası yaşayabileceğiniz eşsiz bir TV dizisi. Polisiye, suç, gizem ve drama seven tüm izleyicilere öneriyorum. İyi seyirler.

OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

4 Şubat 2013 Pazartesi

YİTİP GİTMİŞ BİR DOST’A MEKTUP “Sadece İyiler Genç Ölür..”


Dertlerden uzak olmaya çalıştığım yıllardı 90’lar. Genç bir insanın gelişimi; ebeveyn ayrılığıyla başlayan aile parçalanması, peşi sıra yaşanan düş kırıklıkları ve ileride kötü bir geçmiş diye anımsanacak tüm olumsuzluklarla sürerse, hayata bakışı çok yönlü bir şekilde etkilenir. Beni de etkiledi zaten bütün bunlar. Ama tüm bu pesimistlik bir kenara; beni asıl etkileyen ve hayata tutunmamı sağlayan her zaman sen oldun.

Yaşamımdaki tüm soyut değerlere, kalbimde ve ruhumda birer anlam kazandırdın. Sakinliğimden sıyrılıp yaşamakta olduğum zorlukların dışavurumsal kavgasını gösterdin, agresifliğime duygusallık kattın. İçimde her zaman bir çocuk olmasını sağladın. Herşeye sevgiyle yaklaşmamı sağlayan, tebessümle hareket ettiren, tertemiz pak küçücük bir çocuk. Kimsenin henüz zarar vermediği, hayata dair en ufak bir kötülüğü bile tatmamış bir çocuk her zaman varoldu içimde senin sayende. Bu da benim sevgi, güven, sadakat ve iyimserlik gibi günümüz toplumunun çoğunlukla kaybettiği değerleri içimde korumama yetti. Ağladığım, hüzünlendiğim, acı çektiğim günlerim, gecelerim, yıllarım oldu. Tüm o zamanlar boyunca sen benim bir kurtarıcım değil, bütün zorluklara karşı beni korumaya çalışan bir varlık oldun. Hem de seni tanıdığım ilk günden beri.

Çaldığın her nota ve ağzından çıkan her söz, Dünya’da geçirdiğim her gün aklımın içinde yankılanıyor. Efsaneviliğin, insanüstülüğün seni içimde yaşatıyor, birey olmanın varlığını hissettiriyor her gün bana. Tarifi mümkün olmayan bir güç veriyor. Sen varken kimse bana zarar veremez. Ruhumdasın… Efsaneviliğini hissettirdiğin o mükemmel yorumundan günü gelip nefret edecek ve bunu kamuoyuna açıklayacak kadar asil birisin. Sana ne söylenilse azdır. Övgüler yetmez. “Smells Like Teen Spirit”i dinlemeden bir günüm geçmiyor. Bir müzikseverim. Ne mutluyum ki gerçekten değerli müziği bilen ve seven insanlardan biriyim senin sayende.

Kendi müziğini yarattın, bir etkilenimin öncüsü, bir akımın en başarılı temsilcisi oldun bu dünya üzerinde. Yıllar önce yılın ilk aylarında yaşamın bir boşluğa doğru sürüklenmeye başladı ve çok erken yumdun gözlerini bu hayata. Bu yaşam ve nefes aldığımız bu evren, bugün sen burada olsaydın çok daha anlamlı olabilirdi. Sadece her 8 Nisan’da değil, yılın her günü kalbim Seattle’da.. Sonsuz selam olsun. Herşey için teşekkürler Kurt Cobain… Teşekkürler Nirvana...

OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7

GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...