29 Nisan 2014 Salı

THE FOLLOWING: 2. SEZONUN ARDINDAN



Amerikan TV sektörü 2000’li yılların başından itibaren hızla büyümeye devam ediyor. “The Following” mükemmel kurgusu ve elde ettiği rating başarısıyla 3. sezon onayınıda aldı. 2. sezonun bitimiyle birlikte tekrar satırlara dökmek istediğim düşünceler oluştu. Ama öncesinde “The Following” ile ilgili yazdığım diğer yazılarımı da hatırlatmak isterim.

10.Şubat.2013’te ki ilk yazım:

1.Mayıs.2013’te ki ikinci yazım:

2005 ve 2009 yılları arasında yayınlanan Prison Break dizisi hayatımı değiştiren eserlerden biri olmuştu. 2005 yılında ki ilk sezon harikuladeydi ve bence Prison Break’in en iyi sezonuydu. Ayrı kişiliklere sahip birçok kötü insanın aynı şartlarda bir arada yaşamaya mecbur kalmaları ve aralarındaki dostluğun farkına varmaları, aynı amaç uğruna hayatlarında ki birçok şeyi paylaşmaları kesinlikle bir senaryo harikasıydı. 8 yıl boyunca Prison Break’in vermiş olduğu bu insanlık dersine istinaden başka hiçbir TV yapımında benzer öğeleri gözlemlemedim. Hiçbir dram, insanlar arasındaki sevgi ve saygıya yönelik unsurları Prison Break’te ki kadar başarılı bir şekilde ekranlara taşımamıştı.

2013’ün ilk yarısında yayınlanmaya başlayan The Following; 8 yıl önce Prison Break’te yaşamış olduğum insani değerlere hitap eden duyguları bana yeniden yaşattı. Bir grup insanın değil, birbirilerine zıt iki karakterin yaşadıkları serüven, kovalamaca efsaneviydi. Sayılı zamanlarda karşı karşıya gelmeleri ve aralarında geçen diyaloglar öğretici birer ders niteliğindeydiler. Biri FBI ajanı, diğeri suçlu şizofren bir katilin 2 sene boyunca toplam 30 bölüm süren macerasını izledik. İkisi de birbirlerine düşman ve öldürmeyi arzuluyorlar ama tüm zamanlar boyunca bir şeyler onları çekti ve kalplerinde birbirlerine karşı merhamet duyguları oluştu. Hiçbir şekilde kişiliklerinden ödün vermediler ama içten içe bir dostluk yaşadıkları ortadaydı ve The Following senaristleri bu duyguyu; günümüzde çok az insanın yaşayabileceği dinamikleri ajan Ryan Hardy ve katil Joe Carroll ile ekrana başarıyla taşıdılar.

Joe Carroll 2. sezon final bölümünde Ryan Hardy’ye “Bir elmanın iki yarısı gibiyiz.” diyor. Bizler zaten bunu hissetmiştik. The Following ile ilgili bir çok yazı okuyabilirsiniz ve eminim çok az eleştirmen benim değindiğim konuya değinmiştir. Çok uç ve ütopik duygular oluştursa da, benim The Following’te hayran olduğum tek nokta, ve bunca zaman boyunca izlemeyi bırakamamış olmamın tek nedeni; Joe Carroll ile Ryan Hardy arasında geçen konuşmalardır. Diziye yeni başlayacak olan herkese 2 sezon boyunca o sahnelere dikkat etmelerini öneriyorum. Hayata dair, aileye dair, insanlığa ve dostluğa dair birçok şey göreceksiniz. Yukarıda da söylediğim gibi hepsi ders niteliğinde replikler.

2 sezon boyunca Joe Carroll’ı canlandıran James Purefoy ve Ryan Hardy karakterine hayat veren Kevin Bacon mükemmel bir oyunculuk örneği gösteriyorlar. The Following’in onların kariyerine müthiş bir yön vereceği aşikar. Şimdiden 3. sezon için sabırsızlanıyorum.

OSMAN ÇELİK

www.twitter.com/ocelik7

10 Nisan 2014 Perşembe

BEING HUMAN'IN ARDINDAN



Bir mükemmeliyet daha sona erdi. Eşsiz replikleriyle her izlediğimde huzura teslim olduğum, son 4 yıldır hayatımın önemli bir parçası olan Being Human'da artık yok. “The Vampire Diaries” ve “Supernatural” den sonra doğaüstü dizilerin gerçek yaşamımıza adapte edilmiş halinin en önemli örneklerinden biriydi. Bir tarih yolculuğuydu, iyilik ve aşk dolu bir maceraydı. Ama herşeyden öte tertemiz, fedakarlıklarla ve özverilerle dolu bir arkadaşlığın en iyi hikayesiydi.

Günümüzde biz insanların ortaya koyamadığı dostluk değerlerini bize başarıyla aşılayan bir yapımdı Being Human. Bir vampirin, bir kurt adamın ve bir hayaletin normal bir insan gibi yaşayabilmeleri için gösterdikleri çaba aslında hepimizin içinde bulunduğu bir yaşam mücadelesi örneğiydi. Bu yüzden nefis kurgulanmış ve beni ekranda yeniden vampirizm temasına aşık eden bir eserdi. Bu diziyi izlememiş olan tüm arkadaşlarıma muhakkak öneriyorum. Mutlaka kendinizden ve günlük yaşamınızda karşılaştığınız değerlerden çok şeyler bulacaksınız ve her zaman yüzünüzde bir tebessüm oluşturacaktır.

Being Human projesi ilk olarak İngiliz BBC kanalının oluşturduğu başarılı bir yapımdı. İngiliz versiyonunu izlemedim ancak Amerikan SyFy kanalının BBC’den uyarladığı bu dizi; ana düşünce ele alındığında Londra’ da ya da Boston’ da geçiyor olması pek fark ettirmiyor. Orijinal İngiliz yapımını izlemediğim için BBC’nin dizisi hakkında yorumda bulunmayacağım. Amerikan yapımını izlemeye başladığımda 4 yıl boyunca takip etmeyi bırakmadığım, her bölümü yayınlandığında izlemeyi geciktirmediğim bir yapım oldu Being Human.

Öylesine içten duygularla tasvir edilip ekrana taşınmış bir yapım ki; arkadaşlık yıllarınızda, günlük hayatınızda ve aşk yaşamınızda her zaman zihninizde yankılanmış çeşitli sorular olmuştur. Tüm bunlara istinaden bir rehber ve yol gösterici cevaplar niteliğinde oluşabilecek her sonucu Being Human ile görebiliyorsunuz. İlk 3 sezon boyunca baş roller olan; vampir Aidan, kurt adam Josh ve hayalet Sally’nin bakış açılarından hayata dair ders niteliğinde düşünce replikleri insanı müthiş bir dünyanın içine sokuyor. Senaristler o kadar başarılılar ki; bir vampir, bir kurt adam ve bir hayaletin yapılarıyla doğaüstü sınıfında bulunmalarını, onların düşünceleri ile de pekiştirip, gerçekten çok farklı insan ötesi karakterlere bürünmelerini sağlamışlar ve kesinlikle işlerini en iyi şekilde yapıp o karakterleri ekrana taşımışlar. Ekrandan da, biz izleyenlerin yüreklerine, akıllarına taşıyıp, hayatlarımızı, başarılarımızı, başarısızlıklarımızı profesyonellikle sorgulamamızı sağlamışlar.


Being Human’ı izleyin. Bir şey kaybetmezsiniz. Tam aksine hayatınıza birçok şey katacağına eminim.

OSMAN ÇELİK
10.04.2014

GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...