16 Mayıs 2015 Cumartesi

KARANLIKLAR ÜLKESİNİN KRALİÇESİ

Hayallerinin efsanevi olduğuna inanan herkese,



“Sadece nefesini dinlemek için uyanık kalabilirdim. Uyurken gülümseyişini görebilmek için, sen çok uzaklarda rüyalar görürken. Tüm hayatımı bu tatlı teslim oluşta geçirebilirdim. Seninle geçirdiğim her an, benim en kıymetli hazinemdir…”
AEROSMITH – “I Don’t Wanna Miss A Thing” parçasının giriş sözleri (1997)

Daha önce hiç gitmediğim bir yerdeydim. Hava kararmak üzere, karanlığın çökmeye başladığı bir anda, bir ormanın içinde olduğumu fark ettim. Aslında doğayı çok sevmeme rağmen bu ormandan hiç hoşlanmamıştım. Çok fazla ağaç vardı, bakımsız ve çürük ağaçlar, sanki yangın enkazından kalma bir orman. Etraf yeşillik dolu ama, ağaçlar tamamen karanlık, gece olmadan bile kapkara, huzursuzluk hissi veren bir görünüm. En kötüsü; hangi yöne yürürsem yürüyeyim, yüzlerce metre sonunda bile değişik bir alan göremiyor olmam. Sanki bir Karanlık Ülke. Karanlıklar Ülkesi; nereye gidersen git aynı yerdesin, bir çıkış yok.

Aklımı yitirmek üzereydim. Düşündüm ve kendime sordum, neden buradaydım, buraya nasıl geldim? Yaprakların sessizlikte çıkardığı hışırtıların hissedilmemesini sağlayacak bir ses duydum. Birkaç yırtıcı puhu kuşu ya da baykuşların ‘’puuu…’’ diye çıkardıkları tüyler ürperten ses, ani bir şok etkisiyle kendime gelmemi sağladı. Bir an önce bu kasvetli ormandan uzaklaşıp yolu bulmalıydım. Bildiğim bir yol ve güvende hissedeceğim bir yer aramak için tekrar yürümeye başladım. Attığım adımlardan dolayı zeminden çıkan yürüme sesi bile beni ürkütüyordu. Bilincim tamamen yerindeydi, ilerliyordum ama tanıdık bir yer, ya da tanıdık bir yol göremiyordum önümde. İyice korkmaya başladığımı hissettim.

Adrenalini tüm vücudumda hissetmeye başladığım o anda korku dolu bir mucize oldu. Önümde uzanan karanlık ormanda tanıdık bir yol ya da herhangi bir insanı bulmaya çalışıyordum. Tam o esnada birkaç metre kadar ötemde beyazlar içinde bir kadın gördüm. Gözlerimin içine bakıyordu. Beyaz uzun bir hırka ve beyaz pantolon giymişti. Saçları simsiyahtı ve bana gülümsüyordu. Şimdiye kadar hayatımda gördüğüm en güzel kadındı. Çok ilginç ve aynı zamanda çok korkunç bir şey daha gördüm. İki elini de 5-6 yaşlarında, küçük bir kızın omuzlarına koymuş bir şekilde beni izliyordu. Dikkatimi küçük kıza verdim. Küçük çocuk ağlıyordu. Yorgun bir görüntüsü vardı, sanki kadın ona zarar verecekmiş gibi korkarak sesli sessiz karışık bir şekilde ağlıyordu. İkisine de birkaç saniyelik bakıştan sonra kadın tatlı bir zorlamayla küçük kızı alıp sağına doğru çekiştirerek ağaçların arasında yürümeye başladı. Şok olmuştum, küçük kızın yardıma ihtiyacı varmış gibi bir hali vardı. Kıza ulaşmak için hareket etmek istedim, ama yapamadım. Adeta, ayaklarım toprağa yapışmıştı. Hareket edemiyordum, kaskatı kesilmiştim. Tüm o yaprakların rüzgarla hışırtısı ve o korkunç puhu kuşlarının ulumaları arasında, beyazlar içindeki simsiyah saçlı güzel kadın adım adım benden uzaklaştı. Hiçbir şey yapamadım, hareketsizdim, bir şey beni ayaklarımdan toprağa bağlamıştı. Yaprak hışırtıları, rüzgar sesi, Puhu kuşlarının ulumaları, beyazlar içindeki evrenin en güzel kadınının adımları ve onunla birlikte sessizce uzaklaşan küçük kız. Rüzgarın ve baykuşların oluşturduğu huzursuz sesler korosu devam ederken, erozyonu hissettim. Ayağım toprağa yapışık şekilde yer kayıyordu, ağaçlar devriliyordu, üstüme gelen dallar beni sürüklerken, tüm vücudumu çiziyordu ve canım yanıyordu, acı çekiyordum…
        
Birden gözlerimi açtım, etraf kapkaranlıktı, başım yastıktaydı. Başucumdaki cep telefonumun tuş kilidini açarak saatin kaç olduğuna baktım. Saat sabahın 03:30’uydu. Tanrıya şükürler olsun bir rüyaydı. Ama oldukça gerçekçi bir kabustu. Her yönü ile bir kabus olsa bile bana çok şey katmıştı. Beyazlar içindeki kadının gözlerinde aşkı görmüştüm. Hem de aşkı bir insana asla hissettirmeyecek olan bir yerde, karanlıklar içinde ıssız ve terk edilmiş bir ormanda, hem de psikopat olma ihtimali çok yüksek bir görünüme sahipken, yanında ki çocuğa zarar verip vermeyeceğini bilmediğim halde o kadının gözleri ve duruşu beni sonunu hiç düşünmediğim bir hayranlığa sürüklemişti. Rüyamda ilk defa gördüğüm bu insan ötesi güzelliği aradım. Mutlaka bir şekilde hayatıma giren insanlardan biri olmalıydı. Bir şekilde onu görmüş olmalıydım. Çünkü araştırdım. İnsanlar rüyasında hiçbir zaman tanımadıkları birini görmezlermiş. Bir şekilde 1 saniyeliğine bile gördükleri kişiler konuk olurmuş rüyalara. Hafızamı ne kadar zorlasam da Karanlıklar Ülkesi’nin Kraliçesi’nin gerçek hayatta kim olduğunu bulamadım. Tüm umudumu yitirmiştim. Rüyamda onu tekrar görebilmek için kendimi zorladım ama olmadı. Hiç görmediğim birini arıyordum…

Guns’n Roses’ın Don’t Cry şarkısı çalıyordu earpodlarımda. “Üzerinde bir cennet var bebeğim..” sözleriyle uyuyakaldığım bir gece.. Başarmıştım.. Onu yine gördüm. Sırtı dönük duruyordu önümde ve yanındaki o küçük kız yoktu. Aynı kıyafetler ve aynı siyah saçlar. Bu sefer bir merdivenin başındaydık, sanki bir astral seyahat gibi rüyam o kadar gerçekçiydi ki şaşırmıştım. Merdivenin yanındaki demir parmaklıkları tuttum, dökülen boyasını ve soğukluğunu hissettim. Bu gerçekti. Hava yine alacakaranlık ve kararmak üzereydi. Bir kabus olmasından korktum. Yüzünü bana döndüğünde başka birini görmek gibi. Ama öyle olmadı. Bana döndü ve mükemmel gülümsemesiyle alacakaranlığı aydınlattı. Öylesine heyecanlanmıştım ki konuşamadım. Yaklaşmak istedim. Eliyle dur şeklinde bir işaret yaptı.

“Yaklaşma.. Eğer yaklaşırsan bozulabilir..”

Sonsuza kadar bıkmadan seyredebileceğim bir melek yüz ve tüm yaşamım boyunca bıkmadan dinleyebileceğim ipeksi bir ses. Konuşmaya devam etti.

“Bunun bir rüya olduğunu biliyorsun. Bilinçaltında beni görmek istiyorsun. Bu senin inandığın gerçeklik. Şu an yanındayım ama kısa bir süre sonra gitmem gerek. İyi olmak zorundasın.”

Lütfen gitme yanımda kal.”

“Bunu yapamam.”

“Yüreğimde, aklımda, en gizli ve en umutsuz şekilde arzuladığım varlıksın.”

“Kendi kaderini kendin belirlemelisin.”

Son kez gülümseyişini gösterdi. Hava iyice kararmıştı. Yavaş yavaş uzaklaştı. O gidince hemen uyandım. İki gözümde de yaş vardı. Yatağımın üzerinde oturup dualar ettim. Bu yaşadığım nasıl bir delilikse ondan kurtulmak için.

Günler her zaman ki rutinliğiyle anlamsızca geçiyordu. Bazı anlar hayallerimin bana ne kadar zarar verdiklerini hissediyordum. Özlemlerime odaklandıkları ve seçim şansı tanımadıkları anlarda oluyordu bütün bunlar. Bütün yalnızlığınla hayatını sürdürmek zorunda olduğunu hissettiğin o anlar. Nereye gidersen git, kurtulamadığın acılar topluluğu. Yaşamak için ihtiyacımız olan gerçek duygu; birinin gerçekten bizi sevmesidir. Peki hiçbir zaman görmediğiniz ve gerçek hayatta karşılaşmadığınız birini bulmaya çalışmak, düşlerinizin arasından bir insan formuna bürünüp hayatınıza girmesini  beklemek nasıl bir çaresizliktir? Bu sorunun yanıtını bilmiyorum ancak istemediğim bir şekilde ait olduğum bir hayatım var. Bildiğim gerçeklikse; ne yazık ki onu yaşamak zorundayım.

OSMAN ÇELİK

www.twitter.com/ocelik7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...