25 Ocak 2017 Çarşamba

KRİTİK "HER MEVSİM BİR UMUT"

Saat sabahın 3:50’si. 7 yıl sonra ilk kez, az önce Robin Sharma’nın “Ferrarisini Satan Bilge” kitabına ait olan en hızlı kitap okuma rekorumu kırdım. Simge Baştak’ın yazmış olduğu “Her Mevsim Bir Umut” kitabını 2 saat 50 dk.da okumayı bitirdim. Kitabı elime ilk aldığımda düşüncem, yatmadan önce 50 sayfa kadar okuyup Guns ‘N Roses’ın “Live Era” albümünü dinleyerek, o mükemmel notaların refakatinde uykuya dalmaktı. Fakat okumaya başladığım kitabın en az o konser albümü kadar eşsiz bir şekilde içime işlemesi uykudan içgüdüsel olarak vazgeçmeme neden oldu. Kitabı okurken zihnimde beliren düşünce ve hislerin; vakit kaybetmeden bu satırlara dökülmesini istedim. Amatör bir şekilde blog yazma tutkum devam ediyor. Buraya gerçekten yaşamıma dokunmuş ve hayatıma birşeyler katmış herşeyin üzerine denemeler ve kritikler yazıyorum. Simge Baştak’ın “Her Mevsim Bir Umut” kitabı da o eserlerden biri oldu.


Aslında kronolojik olarak yazarın ilk kitabı değil bu çalışması. İlk kitabı olan “Uzakta Kalanlar”ı önce okumak isterdim. Yarın o kitabı alacağım ve hemen ona da başlayacağım. Bosna Savaşı ve Srebrenica katliamı ile ilgili anı, otobiyografi ve araştırma türünde toplam 8 kitap okudum geçtiğimiz 3 ay içinde. Bu 8 kitabın üstüne Rus bilimkurgusu olan, Strugaski kardeşlerin “Pazartesi Cumartesiden Başlar” kitabını bitirdim. Zihnim tüm bu karışıklıklarla dolu iken, günlük yaşama, kendimden birşeyler bulacağım bir kitabı okumaya çok ihtiyacım vardı. Evimin en sevdiğim köşesi olan, küçük kütüphanemde duran, Simge Baştak’ın kitabı onca kitabımın içinde henüz okumadığım birkaç kitaptan biriydi.




Hikayenin İzmir’de başlaması beni bir anda içine aldı ve sayfaların nasıl ilerlediğini fark etmedim. Yaşadığım yerde geçen her hikaye benim için bir şekilde özel hissettiriyor. İzmir’den İstanbul’a ve Bielefeld’e kadar uzanan bir öyküyü adeta soluksuz bir şekilde okudum. Kitapta en çok hoşuma giden unsurlardan biri; öykünün zar zor aile olmayı başarmış olan 3 karakterin ağzından ayrı ayrı şekilde anlatılmış olması. Yazar bu tutumuyla, okurun kendisini o karakterlerin her birinin yerine koymasını kolaylaştırmak için fevkalade bir yol izlemiş. Bu şekilde öyküye daha çok tutundum ve anlatılanların içinden çıkmak istemedim. Kitap okurken bu tutkuya erişmek, bir okur için çok büyük bir lüks. Simge Baştak bunu inanılmaz bir şekilde başarmış.


Ana karakter Mevsim’in İzmir’de ki gençlik yıllarında başlayan öyküsünde sayfalar ilerledikçe kendimi bir gençlik filminin içinde gibi hissettim. Hikaye yıllar içinde ilerledikçe adeta bir Türk sineması tadında dram hislerine geçiş yaşadım. Bu duygu sıçramasını da okuyucusuna çok güzel aktarmış yazar. Elinizden bırakamıyorsunuz. Bütün bu duygu yoğunluğunu okuduğum satırlar üzerinde en güçlü şekilde yaşadım. Yukarıda söylediğim gibi, öykü 3 karakterin bakış açısından kaleme alınmış. Kendime ait birçok şeyi Mevsim’in çocukluk aşkı olan Tufan karakterinde buldum. Onun ağzından yazılanları okuyup aklımda resmederken, bu öyküyü gerçekten bir film tadında yaşadığımı hissetmek müthiş bir sanatsal yolculuktu benim için. Hikayede ki Tufan karakterinin hayatıma kattığı şeyler oldu. Bu yüzden sabahın bu saatinde bu blog yazısını yazıyorum. Hayatımızda iyi ya da kötü birçok durumla karşılaşırız. Kötü olanların bazıları bizim düzeltme kabiliyetimizin ötesinde olan istenmeyen durumlardır. Öykü de yaşanılanlar da Tufan’ın düzeltme kabiliyetinin ötesinde olan durumlardı. Tüm bu üzücü şeylerden sonra o düzeltme kabiliyetini en iyi şekilde gösterip hayata tutunmaya çalışmak son derece saygı değer bir olaydı. Yazar hikayesinde ki karakterlere öyle bir hayat vermiş ki; sevinçleri ve hüzünleri onlarla beraber yaşıyorsunuz.


Simge Baştak çok başarılı bir yazar. İlk kitabı olan “Uzakta Kalanlar”ı da hemen alıp okuyacağım. Bundan sonraki bütün çalışmalarını da takip edeceğim yazarlar arasında artık kendisi. İstatistiklere baktığımda bu blog onbinlerce tıklama görmüş. Bu yazı kaç kişiye ulaşır bilmiyorum ancak bu bu kitap kritiği ya da deneme tarzında düşünebileceğiniz yazımı okuyan herkese Simge Baştak’ın “Her Mevsim Bir Umut” adlı kitabını okumalarını tavsiye ediyorum.


Bu yazıyı yazarken Guns ‘N Roses’ın 1987-93 yılları arasında kaydettikleri müthiş konser albümleri “Live Era” bana eşlik etti. İzmir’de başlayan ve Almanya’ya kadar uzanan hikaye hakkında zihnimden geçenleri tasvir ederken, Slash’in halen sonsuzlukta yankılanan notaları ve Axl’ın tarifi yapılamayacak sesi ile bu kritiği yazarken tüm hikayeyi aklımda resmetmek ve kitabı yeniden yaşamakta çok güzeldi. Ayrıca bu yazı benim 2017 yılında ki ilk yazım oldu. Herkese iyi sabahlar.


OSMAN ÇELİK
www.twiter.com/ocelik7

14 Ocak 2017 Cumartesi

KRİTİK "O"

İLK NOT: Bu yazı kardeşim Ali Çelik’in yazdığı bir kritik yazısıdır. Çocukluğumuzdan bu yana bizi kitabına da, filmine de hayran bırakmış olan Stephen King’in en sevdiğimiz çalışmalarından biridir “IT”. 2017 yılında yeniden sinemaya uyarlandı ve gösterime girecek. Bu haberi ilk aldığımda heyecanlanmıştım. Kardeşimin de aynı hisler içinde olduğuna emindim. Bu yeni film için kendisi çok güzel bir değerlendirme yazısı yazmış. Onun izniyle yazdığı bu yazıyı blogumda paylaşıyorum. Ali Çelik’in blogum da bulunan ikinci yazısıdır bu yazı. Katkısından ötürü kendisine bir kez daha teşekkürler.

OSMAN ÇELİK

www.twitter.com/ocelik7


KRİTİK “O”

2017 yılı sinema açısından güzel geçecek bence. Tüm o gişe filmlerinin yanında dikkatimi çeken küçük ama güzel bir ayrıntı var. 


Stephen King'in It romanını herkes bilir. Amerika'nın Maine eyaletine bağlı Derry kasabasına musallat olan bir kötülük üzerine kuruludur. Bu kötülük Palyaço kılığında görünüp Derry'de çocukları kaçırıp yiyerek varoluşunu sürdürür. 1958 yazında 7 kişilik bir arkadaş grubuna denk gelen Palyaço Pennywise bu çocuklarca mağlup edilir. Aradan zaman geçer ve bu çocukların hepsi büyür, evlenir ve meslek sahibi olurlar.

1985 yılında Derry'de kayıp ve ölü çocuk vakaları yeniden hortlar. Çünkü Palyaço Pennywise geri dönmüştür. 1958 yazında Pennywise'ı mağlup eden o 7 kişilik arkadaş grubu birbirlerine söz verdikleri gibi, mağlup ettikleri Palyaço yeniden ortaya çıkarsa onu tamamen yok etmek için büyümüş halleriyle Derry'ye geri dönmüşlerdir.

Şimdi buraya kadar hikaye ve film herkesin bildiği şekilde. Püf noktası ise şu. Kitapta çocuklar Palyaçoyu 1958 yazında mağlup ediyorlar ve Pennywise 27 sene sonra geri dönüyor. 1990 yılında yapılan muazzam filmin üzerinden 27 sene geçiyor ve 2017'de Stephen King'in bu güzel kitabı yeniden beyaz perdeye uyarlanıyor. Solda ki resimde 1990 yılında ki efsanevi Pennywise performansıyla akıllara kazınan Tim Curry ve sağda 2017'de Pennywise'a daha karanlık bir karakter kazandıracağına inandığım Bill Skarsgård.

Neden mi 27 rakamı önemli. Stephen King'in kurgusuna göre Palyaço Pennywise Derry kasabasında her 27 senede bir diriliyor. 1990 yılından 27 sene sonra Pennywise bir kez daha dirilecek bu yıl.

ALİ ÇELİK

GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...