22 Ekim 2018 Pazartesi

BEN SANA KALBİMİ VERDİM


Hatalarımdan ve rezilliklerimden dolayı daha iyi bir insanım. Çünkü hata yaparkende, hataları yaptıktan sonra da, hiç iyi biri olmaktan uzaklaşacağımı hissetmedim. Bu dünyada benim için en büyük huzur; basketbola olan sevgim, bu spora olan aşkım. İçimdeki çocuğu yaşatan, o heyecanla yaşlanmamı sağlayan inanılmaz bir duygu var kalbimde ve zihnimde. Hayatta dolu dolu hüzünler yaşadım. Beni ayakta tutan, hiçbir zaman düşmeme izin vermeyen yegane kaynaktı basketbol. Benim için anlamı çok büyük; soyut ve somut her şeyi zihnimde birleştirebildiğim en büyük ve tek yaşamsal terapim bu spor. Böyle bir yazı yazmalıydım. Sanırım şimdiye kadar yazmakta en çok zorlandığım yazım bu yazı olacak. Bu bir spor yazısı değil. Bir bağlılığın ve soyut anlamda hayat boyu ayrılmayan, hep bir arada kalan güzel bir birlikteliğin tanımını yapmaya çalıştığım bir yazı. Bu oyuna (basketbola) aşığım, daha ilkokul yıllarında kendimi kaptırdığım bu aşk, yaşamım boyunca beni bırakmadı. Ben de onu bırakmadım. Ölene kadar benimle olacak çok büyük bir sevgi. Lisanslı olarak oynadığım yıllarda elle tutulur çok büyük başarılarım yok. Çevremdeki insanların bu spora tutkuyla bağlı olduğumu ve aynı tutkuyla parkeler üzerine çıktığımı bilmeleri ve görmeleri yetiyordu benim için.




Bugün 35 yaşımdayım. 15 yıl önceki kadar atletik ve 10 yıl önceki kadar hızlı değilim. Şu an bir sporcunun yaşadığı en kötü durumlardan biri olan yaşlanmayı hissetmenin ne demek olduğunu anlıyorum. Hayatımın her döneminde olduğu gibi haftanın bazı akşamlarında, benim gibi bu spora gönül vermiş birkaç arkadaşımla salona gidiyoruz. Oyun esnasında beynimin verdiği direktifleri vücudum gerçekleştiremiyor. Eskisi gibi koşamıyorum ve gücüm yetmiyor. O dinamiklik artık yok oldu. Basketbol yeteneğimin somut olarak tamamen beni terk etmesinden önce yazmak istediğim bir yazı değildi bu. Hayatımın her döneminde kaleme almak istediğim bir yazıydı. Yukarıda bahsettiğim gibi; oynadığım yıllarda elle tutulur bir başarım yok. Hayatım boyunca o parkelerin üzerine çıkıp çizginin arkasında çemberi gördükten sonra yolladığım 3 sayılık atışlar kadar anlık mutlu olduğum başka zamanlarım olmadı. Bir izleyici olarak kalbimde ve ruhumda bu sporu ölümsüzleştiren birçok an yaşadım. Birkaçını burada paylaşıp hem o günlere bir kez daha geri gitmek, hem de önümüzdeki yıllarda açıp tekrar okumak istediğim kıymetli anılar burada bahsedeceğim şeyler.


İlk Jordanlarım.

Aralık 1998
Zonguldak’tan Ereğli’ye 1 saatlik otobüs yolculuğundan sonra ulaştık. Erdemirspor salonuna giriş yaptık. O yıllarda yaşadığım şehire en yakın olupta Türkiye Basketbol 1. Liginde oynayan tek takım Kdz. Ereğli temsilcisi Erdemirspor’du. İTÜ maçına gelmiştik arkadaşlarımla. Uzun bir sürenin ardından profesyonel seviyede bir basketbol maçı izlemek çok iyi gelmişti. Erdemirspor İTÜ’yü yenmişti. Maç bittikten sonra basın kartımın avantajıyla soyunma odalarının olduğu alana kadar girmeyi başarmıştım. Türk basketbolunun efsane oyuncularından Harun Erdenay’ı yakaladım. Tanıştık, fotoğraf çekildik ve o otobüsüne yürüyene kadar sohbet ettik. Salon çıkışında fotoğraf ve imza için bekleyen büyük bir kalabalık vardı. Otobüse binmeden ona;

-“Abi siz Orhun Ene ile çok yakın arkadaşsınız. Ben onu da sizin kadar çok severim. Lütfen benden ona selam söyler misiniz?” dedim.
-“Tabi kardeşim, adın neydi tekrar söyler misin?”
-“Osman”
-“Selamını ileteceğim Osmancım Orhun’a” dedi.

El sıkıştık ve otobüse bindi. Ülkerspor’da oynadığı yıllarda Avrupa sayı kralı olmuş bir şutör ve sporculuğunu, basketbolunu örnek aldığım çok önemli bir kişilik olan Harun Erdenay ile bu şekilde sohbet etmek inanılmazdı. Onunla yapmış olduğumuz bu sohbetin yıllar sonra çok müthiş bir anının başlangıcı olacağını o an asla tahmin etmezdim. Devamı yazının ilerleyen satırlarında.



Ağustos 2002
Yaz tatili; gündüzleri denize girip, akşamları arkadaşlarınızla dışarıda eğlendiğiniz tam 12 haftalık özgürlük. Özellikle bu süre sona yaklaşmaya başladığında her şey gözünüze daha farklı gelir. Okul açılmadan daha çok eğlenmek istersiniz. 2002 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası başladığında eve kapandım ve tüm maçları seyrettim. A Milli basketbol takımımız 12 Dev Adam’ın da yer aldığı şampiyona benim için güzel anılar edinmemi sağlamıştı. Avrupa basketbolunu her zaman Amerika basketbolundan daha çok sevdim ve daha çok saygı duydum. Sırpların basketbol kültürü (Yugoslav ekolü) bana her zaman rol model olmuştu. Grup maçları başladığında babam sordu.

“Sence kim dünya şampiyonu olur?”

Oyunlarına karşı hissettiğim hayranlıktan ya da onlara duyduğum saygıdan değil, o yıllar gerçekten çok güçlü ve dağılan Yugoslavyanın basketbol sporunda yapıtaşı olan

-“Sırbistan” diye cevap verdim babama. O zamanki adlarıyla Sırbistan Karadağ, şimdi sadece Sırbistan.
-“NBA yıldızlarından kurulu ABD şampiyon olamaz mı? Üstelik şampiyona onların ülkesinde.”
-“Bodiroga ve arkadaşları karşısında pek şansları yok.”

dedim. Bu çok cesur bir cevaptı. Açıkçası Sırpların ABD karşısında neler yapabileceğini görmeyi çok istiyordum. Onları çok yakından takip ediyordum ve sahip oldukları yeteneklerinin farkında olan, daha şampiyona başlamadan ABD’yi kazanan olarak ilan etmeyen çok az insandan biriydim.

“Hadi canım sen de.” diye cevap verdi babam.

Dünya Şampiyonasının ikinci tur gruplarında Arjantin milli takımı sürpriz bir şekilde ABD’yi yenmeyi başardı. En iyi oyuncuları Ginobili sakattı ancak Arjantin koçunun inanılmaz bir planı vardı. Sakat olmasına rağmen Ginobili’yi 12 kişilik kadroya aldı. Maç öncesi Ginobili ısınmadı fakat onun kadroda olması insanların kafasında büyük soru işareti yaratıyordu. İlk 3 periyot Ginobili oyuna girmedi ve ABD oyunun tamamında üstün olan taraftı. Son periyotun başlamasıyla birlikte Ginobili ayağa kalkıp benchin sonunda ısınma hareketleri yapmaya başladı. Bu o ana kadar gördüğüm inanılmaz ötesi bir psikolojik hamleydi. Tüm ABD.li oyuncular onun oyuna gireceğini düşünüyorlardı. O kenarda ısınırken adeta hepsinin elleri titredi ve oyun düzeninden koptular. Konsantrasyonları alt üst oldu ve maçı bu yüzden kaybettiler.
Grup maçlarında aldığı Arjantin yenilgisi ile direnci kırılan ABD’ye en büyük darbe ise Sırplar tarafından vuruldu. Çeyrek final eşleşmesinde Bodiroga ve arkadaşları 81-78 ile NBA yıldızlarını mağlup ettiler. ABD milli takımı tarihinde ilk kez madalya şansını yitiriyordu. Milli takımımızın 9. olduğu turnuvada finali Arjantin ve Sırbistan takımları oynadı. Tüm dünya, şairane bir şekilde ABD’yi ilk kez yenen Arjantinlilerin altın madalyaya ulaşmasını bekliyordu. Ancak oyun zekası, basketbol kültürü ve bireysel yetenekleri daha ağır basan Sırplar Dünya şampiyonu olarak turnuvayı tamamladı. Final maçından sonra babam;

“Sen bu işi biliyorsun.” dedi ve gülümsedi.

Bu sohbet babamla yaşamım boyunca yaptığım en güzel konuşmalardan biriydi. Hiçbir zaman unutamam.



Eylül 2007
Bir hafta sonra  Avrupa Basketbol Şampiyonası EuroBasket 2007 başlayacak. Hazırlık turnuvalarından sonuncusu yaşadığım şehirde gerçekleşti. İzmir Halkapınar Spor Salonunda basketbol milli takımımız Sırbistan, Hırvatistan ve Polonya ile oynadı. İlk maçta Sırplar Polonya’yı yendiler. Günün ikinci maçında Hırvatlarla oynuyorduk. Maç öncesi seremonide önce Hırvatistan milli takımı oyuncuları seyircilere anons edilerek tanıtıldı. Ardından A milli takımımız 12 Dev Adam anons edilirken haliyle yaklaşık 10.000 kişi olan İzmir seyircisi büyük bir alkış tufanı yarattı. Biz tam Hırvat benchinin arkasında oturuyorduk. Gözüm o esnada Hırvatistan koçu Jasmin Repesa’ya takıldı. Bizim oyuncularımız anons edilirken ayağa kalkıp güçlü bir şekilde seremoninin sonuna kadar alkışladı. Müthiş bir centilmenlikti. O halinden çok etkilenmiştim.

EuroBasket 2007 öncesinde milli takımımızın menajeri Harun Erdenay’dı. Son maçtan sonra arkadaşlarım Aşkın ve Kaan ile yanına gittik. Herkesle fotoğraf çektirip kısa da olsa konuşuyordu. Bir güvenlik görevlisi insanları uyarıp onu rahat bırakmalarını istedi. Ama Harun Erdenay güvenlik görevlisini gönderdi ve insanlarla konuşmaya devam etti. Fotoğraf ve konuşma sırası bize geldiğinde ona şöyle dedim.

-“Abi selam, yıllar önce Zonguldak’ta bir Erdemir maçının sonrasında siz İTÜ’de oynarken, Orhun Ene’ye selam göndermenizi rica etmiştim sizden. Hatırladınız mı?”
-“Evet hatırladım. Osman’dı değil mi?”
Şu an bu satırları yazarken bile o anı yaşıyorum ve tüylerim diken diken oldu tekrar. Arkadaşlarım şok olmuştu. Ben ise o an yaşadığım heyecanı tarif edemiyorum. Türk basketbol tarihindeki en önemli oyunculardan biri aradan yaklaşık 10 yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen ismimi hatırlamıştı. Bu gerçekten büyük bir onur. Sadece o yaşadığınız an bile sizin basketbola daha da bağlanmanıza yetiyor inanın.
-“Selamını Orhun’a ilettim kardeşim.” dedi.

O andan sonra tekrar teşekkür ettim. Arkadaşlarım onun beni hatırlıyor olmasıyla ilgili şaşkınlıklarını dile getirmeye devam etiler. Bunun ne kadar harika birşey olduğuyla ilgili konuşup durduk ve yanımıza NTV Spor spikerlerinden Murat Kosova geldi. Onunla da sohbet edip, fotoğraf çekildik ve anılarımızdan silinmeyecek bir günü tamamladık.


Mart 2015
Mesleğim sayesinde mucize bir tesadüfle Türk Basketbol tarihinin önemli oyuncularından Hakan Köseoğlu ile tanıştım. İş yaşantımıın bana kazandırdığı en güzel olaylardan biri bu oldu. Onunla sadece tanışıp kalmadık. Sürekli görüşen arkadaşlar olduk. Hakan Köseoğlu; Türk Basketbol tarihinde Asist Kralı olmuş, şimdiye kadar lig tarihinde en çok sayı pasını vermiş olan tek Türk basketbol oyuncusu. Türkiye Milli takımı 12 Dev Adam kadrosunda yer almış başarılı bir oyun kurucu. Aktif sporculuğunu bitirip antrenörlük yaşantısına başladığı bu dönemde bile halen oyunculuk yıllarında ki rekorunu henüz başka bir Türk basketbolcusu kırabilmiş değil.

Bir gün beni yine işyerimde ziyaret etti Hakan Köseoğlu. Alışveriş ve sohbetin ardından ona

-“Bir gün beraber oynayalım.” dedim.
-“Tabi ki kardeşim ayarlarız. Haberleşiriz.” dedi.

Birkaç hafta sonra beni arayıp o hafta izin günümün hangi gün olduğunu sordu. O dönem Türkiye 2. Liginde Bornova Belediyespor’un oyuncusuydu. İzin günümü ona söyledikten sonra o gün antrenman yapmak üzere sözleştik. Çok heyecanlanmıştım. Küçük bir çocukken Zonguldak TED Kolejinin bahçesinde gece gündüz basketbol oynayarak büyüdüğüm yıllarda böyle birşeyden bahsetselerdi (TBL Asist Kralı Hakan Köseoğlu ile antrenmana çıkmak) güler geçerdim herhalde. Şimdi ise o kadar farklı ki; hiçbir zaman hayalini bile kurmadığım, bilmediğim bir düşüm gerçek oluyordu. Bir gece öncesinde heyecandan uyuyamadım. O gece, küçüklük yıllarımdaki halimden farkım yoktu. Ertesi gün hayatım boyunca unutamayacağım o basketbol antrenmanını yaptım. Hakan Köseoğlu ile 1’e 1 basketbol antrenmanımızın bir bölümü bu linkte.

https://www.youtube.com/watch?v=0BxhDgGpOqM

Her basketbol oyuncusunun, her basketbol hayranının bir kahramanı vardır. O kahraman çoğunlukla Michael Jordan’dır. Benim kahramanım, bana ilham veren sporcu, huzurla uyusun Hırvatistan’dan Drazen Petrovic’ti. Onu burada birkaç satırla anlatamam. Onu anlatmaya çalıştığım “Cennetteki Gözyaşları” isimli yazım da bu linkte.

http://www.ocelik7.blogspot.com/2013/06/cenneteki-gozyaslari-drazen-petrovic.html



Kısa bir süre sonra 36 yaşıma basacağım. Şu an haftanın en az 3 günü akşamları benim gibi bu spora gönül vermiş arkadaşlarımla salonda basketbol oynuyoruz. Yaşımın getirdiği yavaşlık, ağırlaşan vücudum ve eskisi gibi hızlı olmayan bacaklarım için üzülüyorum. Her antrenmandan sonra duşumu alıp, eve geldiğimde, başımı yastığa koyup hep çocukluk yıllarımdaki o halimi özlüyorum. Bitmek bilmeyen bir enerji ile 4-5 saat antrenman yapıp basketbol oynadığım çocukluk ve gençlik yıllarımın görüntüleri zihnimde beliriyor. O zamanları o kadar çok özlüyorum ki; bazen gözlerimden yaşlar süzülüyor. O yıllar hiçbir zaman geri gelmeyecek ve ben yaşlandıkça şu an oynayabildiğim kadarını bile yapamadan parkelerden uzaklaşacağım. O 3’lük şutu elimden çıkarttıktan sonra önce zihnimde sonra gözlerimin önünde çemberin filesinden peşpeşe yankı yapan müthiş sesi bir daha duyamayacağım. Basketbol benden ayrılacak ama ben onu hiçbir zaman bırakmayacağım. Çünkü ben ona kalbimi verdim.



OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7


GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...