Hatalarımdan ve rezilliklerimden
dolayı daha iyi bir insanım. Çünkü hata yaparkende, hataları yaptıktan sonra
da, hiç iyi biri olmaktan uzaklaşacağımı hissetmedim. Bu dünyada benim için en
büyük huzur; basketbola olan sevgim, bu spora olan aşkım. İçimdeki çocuğu
yaşatan, o heyecanla yaşlanmamı sağlayan inanılmaz bir duygu var kalbimde ve
zihnimde. Hayatta dolu dolu hüzünler yaşadım. Beni ayakta tutan, hiçbir zaman
düşmeme izin vermeyen yegane kaynaktı basketbol. Benim için anlamı çok büyük;
soyut ve somut her şeyi zihnimde birleştirebildiğim en büyük ve tek yaşamsal
terapim bu spor. Böyle bir yazı yazmalıydım. Sanırım şimdiye kadar yazmakta en
çok zorlandığım yazım bu yazı olacak. Bu bir spor yazısı değil. Bir bağlılığın
ve soyut anlamda hayat boyu ayrılmayan, hep bir arada kalan güzel bir
birlikteliğin tanımını yapmaya çalıştığım bir yazı. Bu oyuna (basketbola) aşığım,
daha ilkokul yıllarında kendimi kaptırdığım bu aşk, yaşamım boyunca beni
bırakmadı. Ben de onu bırakmadım. Ölene kadar benimle olacak çok büyük bir
sevgi. Lisanslı olarak oynadığım yıllarda elle tutulur çok büyük başarılarım
yok. Çevremdeki insanların bu spora tutkuyla bağlı olduğumu ve aynı tutkuyla
parkeler üzerine çıktığımı bilmeleri ve görmeleri yetiyordu benim için.
Bugün 35 yaşımdayım. 15 yıl
önceki kadar atletik ve 10 yıl önceki kadar hızlı değilim. Şu an bir sporcunun
yaşadığı en kötü durumlardan biri olan yaşlanmayı hissetmenin ne demek olduğunu
anlıyorum. Hayatımın her döneminde olduğu gibi haftanın bazı akşamlarında,
benim gibi bu spora gönül vermiş birkaç arkadaşımla salona gidiyoruz. Oyun
esnasında beynimin verdiği direktifleri vücudum gerçekleştiremiyor. Eskisi gibi
koşamıyorum ve gücüm yetmiyor. O dinamiklik artık yok oldu. Basketbol
yeteneğimin somut olarak tamamen beni terk etmesinden önce yazmak istediğim bir
yazı değildi bu. Hayatımın her döneminde kaleme almak istediğim bir yazıydı.
Yukarıda bahsettiğim gibi; oynadığım yıllarda elle tutulur bir başarım yok.
Hayatım boyunca o parkelerin üzerine çıkıp çizginin arkasında çemberi gördükten
sonra yolladığım 3 sayılık atışlar kadar anlık mutlu olduğum başka zamanlarım
olmadı. Bir izleyici olarak kalbimde ve ruhumda bu sporu ölümsüzleştiren birçok
an yaşadım. Birkaçını burada paylaşıp hem o günlere bir kez daha geri gitmek,
hem de önümüzdeki yıllarda açıp tekrar okumak istediğim kıymetli anılar burada
bahsedeceğim şeyler.
İlk Jordanlarım.
Aralık 1998
Zonguldak’tan Ereğli’ye 1 saatlik
otobüs yolculuğundan sonra ulaştık. Erdemirspor salonuna giriş yaptık. O
yıllarda yaşadığım şehire en yakın olupta Türkiye Basketbol 1. Liginde oynayan
tek takım Kdz. Ereğli temsilcisi Erdemirspor’du. İTÜ maçına gelmiştik
arkadaşlarımla. Uzun bir sürenin ardından profesyonel seviyede bir basketbol
maçı izlemek çok iyi gelmişti. Erdemirspor İTÜ’yü yenmişti. Maç bittikten sonra
basın kartımın avantajıyla soyunma odalarının olduğu alana kadar girmeyi
başarmıştım. Türk basketbolunun efsane oyuncularından Harun Erdenay’ı
yakaladım. Tanıştık, fotoğraf çekildik ve o otobüsüne yürüyene kadar sohbet
ettik. Salon çıkışında fotoğraf ve imza için bekleyen büyük bir kalabalık vardı.
Otobüse binmeden ona;
-“Abi siz Orhun Ene ile çok yakın
arkadaşsınız. Ben onu da sizin kadar çok severim. Lütfen benden ona selam
söyler misiniz?” dedim.
-“Tabi kardeşim, adın neydi
tekrar söyler misin?”
-“Osman”
-“Selamını ileteceğim Osmancım
Orhun’a” dedi.
El sıkıştık ve otobüse bindi.
Ülkerspor’da oynadığı yıllarda Avrupa sayı kralı olmuş bir şutör ve
sporculuğunu, basketbolunu örnek aldığım çok önemli bir kişilik olan Harun
Erdenay ile bu şekilde sohbet etmek inanılmazdı. Onunla yapmış olduğumuz bu
sohbetin yıllar sonra çok müthiş bir anının başlangıcı olacağını o an asla
tahmin etmezdim. Devamı yazının ilerleyen satırlarında.
Ağustos 2002
Yaz tatili; gündüzleri denize
girip, akşamları arkadaşlarınızla dışarıda eğlendiğiniz tam 12 haftalık
özgürlük. Özellikle bu süre sona yaklaşmaya başladığında her şey gözünüze daha
farklı gelir. Okul açılmadan daha çok eğlenmek istersiniz. 2002 FIBA Dünya
Basketbol Şampiyonası başladığında eve kapandım ve tüm maçları seyrettim. A
Milli basketbol takımımız 12 Dev Adam’ın da yer aldığı şampiyona benim için
güzel anılar edinmemi sağlamıştı. Avrupa basketbolunu her zaman Amerika
basketbolundan daha çok sevdim ve daha çok saygı duydum. Sırpların basketbol
kültürü (Yugoslav ekolü) bana her zaman rol model olmuştu. Grup maçları
başladığında babam sordu.
“Sence kim dünya şampiyonu olur?”
Oyunlarına karşı hissettiğim
hayranlıktan ya da onlara duyduğum saygıdan değil, o yıllar gerçekten çok güçlü
ve dağılan Yugoslavyanın basketbol sporunda yapıtaşı olan
-“Sırbistan” diye cevap verdim
babama. O zamanki adlarıyla Sırbistan Karadağ, şimdi sadece Sırbistan.
-“NBA yıldızlarından kurulu ABD
şampiyon olamaz mı? Üstelik şampiyona onların ülkesinde.”
-“Bodiroga ve arkadaşları
karşısında pek şansları yok.”
dedim. Bu çok cesur bir cevaptı.
Açıkçası Sırpların ABD karşısında neler yapabileceğini görmeyi çok istiyordum.
Onları çok yakından takip ediyordum ve sahip oldukları yeteneklerinin farkında
olan, daha şampiyona başlamadan ABD’yi kazanan olarak ilan etmeyen çok az
insandan biriydim.
“Hadi canım sen de.” diye cevap verdi
babam.
Dünya Şampiyonasının ikinci tur
gruplarında Arjantin milli takımı sürpriz bir şekilde ABD’yi yenmeyi başardı.
En iyi oyuncuları Ginobili sakattı ancak Arjantin koçunun inanılmaz bir planı
vardı. Sakat olmasına rağmen Ginobili’yi 12 kişilik kadroya aldı. Maç öncesi
Ginobili ısınmadı fakat onun kadroda olması insanların kafasında büyük soru
işareti yaratıyordu. İlk 3 periyot Ginobili oyuna girmedi ve ABD oyunun
tamamında üstün olan taraftı. Son periyotun başlamasıyla birlikte Ginobili
ayağa kalkıp benchin sonunda ısınma hareketleri yapmaya başladı. Bu o ana kadar
gördüğüm inanılmaz ötesi bir psikolojik hamleydi. Tüm ABD.li oyuncular onun
oyuna gireceğini düşünüyorlardı. O kenarda ısınırken adeta hepsinin elleri
titredi ve oyun düzeninden koptular. Konsantrasyonları alt üst oldu ve maçı bu
yüzden kaybettiler.
Grup maçlarında aldığı Arjantin
yenilgisi ile direnci kırılan ABD’ye en büyük darbe ise Sırplar tarafından
vuruldu. Çeyrek final eşleşmesinde Bodiroga ve arkadaşları 81-78 ile NBA
yıldızlarını mağlup ettiler. ABD milli takımı tarihinde ilk kez madalya şansını
yitiriyordu. Milli takımımızın 9. olduğu turnuvada finali Arjantin ve Sırbistan
takımları oynadı. Tüm dünya, şairane bir şekilde ABD’yi ilk kez yenen
Arjantinlilerin altın madalyaya ulaşmasını bekliyordu. Ancak oyun zekası,
basketbol kültürü ve bireysel yetenekleri daha ağır basan Sırplar Dünya
şampiyonu olarak turnuvayı tamamladı. Final maçından sonra babam;
“Sen bu işi biliyorsun.” dedi ve
gülümsedi.
Bu sohbet babamla yaşamım boyunca
yaptığım en güzel konuşmalardan biriydi. Hiçbir zaman unutamam.
Eylül 2007
Bir hafta sonra Avrupa Basketbol Şampiyonası EuroBasket 2007
başlayacak. Hazırlık turnuvalarından sonuncusu yaşadığım şehirde gerçekleşti.
İzmir Halkapınar Spor Salonunda basketbol milli takımımız Sırbistan,
Hırvatistan ve Polonya ile oynadı. İlk maçta Sırplar Polonya’yı yendiler. Günün
ikinci maçında Hırvatlarla oynuyorduk. Maç öncesi seremonide önce Hırvatistan
milli takımı oyuncuları seyircilere anons edilerek tanıtıldı. Ardından A milli
takımımız 12 Dev Adam anons edilirken haliyle yaklaşık 10.000 kişi olan İzmir
seyircisi büyük bir alkış tufanı yarattı. Biz tam Hırvat benchinin arkasında
oturuyorduk. Gözüm o esnada Hırvatistan koçu Jasmin Repesa’ya takıldı. Bizim
oyuncularımız anons edilirken ayağa kalkıp güçlü bir şekilde seremoninin sonuna
kadar alkışladı. Müthiş bir centilmenlikti. O halinden çok etkilenmiştim.
EuroBasket 2007 öncesinde milli
takımımızın menajeri Harun Erdenay’dı. Son maçtan sonra arkadaşlarım Aşkın ve
Kaan ile yanına gittik. Herkesle fotoğraf çektirip kısa da olsa konuşuyordu.
Bir güvenlik görevlisi insanları uyarıp onu rahat bırakmalarını istedi. Ama
Harun Erdenay güvenlik görevlisini gönderdi ve insanlarla konuşmaya devam etti.
Fotoğraf ve konuşma sırası bize geldiğinde ona şöyle dedim.
-“Abi selam, yıllar önce
Zonguldak’ta bir Erdemir maçının sonrasında siz İTÜ’de oynarken, Orhun Ene’ye
selam göndermenizi rica etmiştim sizden. Hatırladınız mı?”
-“Evet hatırladım. Osman’dı değil
mi?”
Şu an bu satırları yazarken bile
o anı yaşıyorum ve tüylerim diken diken oldu tekrar. Arkadaşlarım şok olmuştu.
Ben ise o an yaşadığım heyecanı tarif edemiyorum. Türk basketbol tarihindeki en
önemli oyunculardan biri aradan yaklaşık 10 yıl gibi bir süre geçmiş olmasına
rağmen ismimi hatırlamıştı. Bu gerçekten büyük bir onur. Sadece o yaşadığınız
an bile sizin basketbola daha da bağlanmanıza yetiyor inanın.
-“Selamını
Orhun’a ilettim kardeşim.” dedi.
O andan
sonra tekrar teşekkür ettim. Arkadaşlarım onun beni hatırlıyor olmasıyla ilgili
şaşkınlıklarını dile getirmeye devam etiler. Bunun ne kadar harika birşey
olduğuyla ilgili konuşup durduk ve yanımıza NTV Spor spikerlerinden Murat
Kosova geldi. Onunla da sohbet edip, fotoğraf çekildik ve anılarımızdan
silinmeyecek bir günü tamamladık.
Mart 2015
Mesleğim
sayesinde mucize bir tesadüfle Türk Basketbol tarihinin önemli oyuncularından
Hakan Köseoğlu ile tanıştım. İş yaşantımıın bana kazandırdığı en güzel
olaylardan biri bu oldu. Onunla sadece tanışıp kalmadık. Sürekli görüşen
arkadaşlar olduk. Hakan Köseoğlu; Türk Basketbol tarihinde Asist Kralı olmuş,
şimdiye kadar lig tarihinde en çok sayı pasını vermiş olan tek Türk basketbol
oyuncusu. Türkiye Milli takımı 12 Dev Adam kadrosunda yer almış başarılı bir
oyun kurucu. Aktif sporculuğunu bitirip antrenörlük yaşantısına başladığı bu
dönemde bile halen oyunculuk yıllarında ki rekorunu henüz başka bir Türk
basketbolcusu kırabilmiş değil.
Bir gün beni yine işyerimde
ziyaret etti Hakan Köseoğlu. Alışveriş ve sohbetin ardından ona
-“Bir gün beraber oynayalım.” dedim.
-“Tabi ki kardeşim ayarlarız.
Haberleşiriz.” dedi.
Birkaç hafta sonra beni arayıp o
hafta izin günümün hangi gün olduğunu sordu. O dönem Türkiye 2. Liginde Bornova
Belediyespor’un oyuncusuydu. İzin günümü ona söyledikten sonra o gün antrenman
yapmak üzere sözleştik. Çok heyecanlanmıştım. Küçük bir çocukken Zonguldak TED
Kolejinin bahçesinde gece gündüz basketbol oynayarak büyüdüğüm yıllarda böyle
birşeyden bahsetselerdi (TBL Asist Kralı Hakan Köseoğlu ile antrenmana çıkmak)
güler geçerdim herhalde. Şimdi ise o kadar farklı ki; hiçbir zaman hayalini
bile kurmadığım, bilmediğim bir düşüm gerçek oluyordu. Bir gece öncesinde heyecandan
uyuyamadım. O gece, küçüklük yıllarımdaki halimden farkım yoktu. Ertesi gün
hayatım boyunca unutamayacağım o basketbol antrenmanını yaptım. Hakan Köseoğlu
ile 1’e 1 basketbol antrenmanımızın bir bölümü bu linkte.
https://www.youtube.com/watch?v=0BxhDgGpOqM
Her basketbol oyuncusunun, her
basketbol hayranının bir kahramanı vardır. O kahraman çoğunlukla Michael Jordan’dır.
Benim kahramanım, bana ilham veren sporcu, huzurla uyusun Hırvatistan’dan
Drazen Petrovic’ti. Onu burada birkaç satırla anlatamam. Onu anlatmaya
çalıştığım “Cennetteki
Gözyaşları” isimli yazım da bu linkte.
http://www.ocelik7.blogspot.com/2013/06/cenneteki-gozyaslari-drazen-petrovic.html
Kısa bir süre sonra 36 yaşıma
basacağım. Şu an haftanın en az 3 günü akşamları benim gibi bu spora gönül
vermiş arkadaşlarımla salonda basketbol oynuyoruz. Yaşımın getirdiği yavaşlık,
ağırlaşan vücudum ve eskisi gibi hızlı olmayan bacaklarım için üzülüyorum. Her
antrenmandan sonra duşumu alıp, eve geldiğimde, başımı yastığa koyup hep
çocukluk yıllarımdaki o halimi özlüyorum. Bitmek bilmeyen bir enerji ile 4-5
saat antrenman yapıp basketbol oynadığım çocukluk ve gençlik yıllarımın
görüntüleri zihnimde beliriyor. O zamanları o kadar çok özlüyorum ki; bazen
gözlerimden yaşlar süzülüyor. O yıllar hiçbir zaman geri gelmeyecek ve ben
yaşlandıkça şu an oynayabildiğim kadarını bile yapamadan parkelerden
uzaklaşacağım. O 3’lük şutu elimden çıkarttıktan sonra önce zihnimde sonra
gözlerimin önünde çemberin filesinden peşpeşe yankı yapan müthiş sesi bir daha
duyamayacağım. Basketbol benden ayrılacak ama ben onu hiçbir zaman
bırakmayacağım. Çünkü ben ona kalbimi verdim.
OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7