İnsan
hayatında bazı anlar vardır; o anlar insanın bittiği, hiçbir şey hissetmediği,
duyularının yok olduğu ve bu yok oluşların haftalar, aylar, belki de peşi sıra
yıllar süreceği anlardır. Flört dediğimiz güzel duyguyu yaşamak; gençliğin
özgürlük coşkusu, sevmek, öpmek, sevişmek, maddi ve manevi her şeyi paylaşmak,
birlikte kahvaltı yapmak, beraber uyumak ve tatile çıkmak. Kısaca bütün bunları
ve fazlasını yaşayarak, yıllara dayanan bir ilişkiyle hayata atılmak; her çift
gibi o kıymetli mutluluğu, yani evliliği yaşamak Dünya’nın en özel duygusudur.
Tabi az önce sıraladığım duyguları sonuna kadar yaşayarak paylaşan insanlar
için. Bu insanların mutlulukları, ömürlerince kopmaz bir şekilde sürer.
Birbirini seven evli çiftin, eşiyle kendisinin birer parçası olan çocuklarının
ve bu değerlerle bahşedilen hayatlarının kıymetini bilen insanlar, son
nefeslerine kadar sevgilerini ilk günkü gibi yaşarlar. Öne sürdüğüm bu hipotez,
sadece kendi kurgumdan ibaret değil. Okuduğum tüm best seller’lar da veya
izlediğim her ödül sahibi duygusal filmler de anlatılan konular, tüm insanlar
için bu kuramın doğru olduğunu kanıtlamaz. Emin olmasaydım eğer, anne ve babası
yıllardır ayrı olan bir birey olarak, bu yazıyı yazmaya yanaşmazdım sanırım.
Ancak kitaplar ya da filmler değil benim bu sonuçtan emin olmamı sağlayan
unsur. Bizzat çevremde görüp, örnek aldığım insanlar. Ne yazık ki, gerçek aşk
gerçekten var. Daha da yazık ki, onun bir gün, yukarıda bahsettiğim tüm
duygular yaşanmadan veya yaşanırken bitme olasılığı var.
Bu
noktaya gelene kadar birinci kısmı başarıyla geçip, ikinci kısımda sonsuz hayal
kırıklığına uğrayan insanlar vardır. Bu yazımda biraz onlar için hayatın ne
ifade ettiğini, bu çıkmazın ne denli zarar verici olduğunu, bizzat
tecrübelerimle yaşamış olarak betimlemeye çalışacağım.
Bazı
insanların içinde, sevgiye ve gerçek aşk’a yönelik çok büyük bir güçlü his
vardır. Bu bağ üzerine kurarlar hayatlarını, yaşamımda tam bu noktadayken tek
düşüncem, sadece hak etmediğim bir son yaşadığım için çektiğim eziklik ve
pişmanlık duygusu değil; o üstün, pırlanta gibi bir kalbe sahip olan hayatımın
insanının gerçek kişiliğini kaybetmesinden ötürü bana vermiş olduğu
evrensel zarardı.
Gerçek
aşk nedir? Tanımı yapılamaz, çünkü bunun için sayısız tanımlamalar ve
güzellikler vardır. Her şeyin bir gün mutlaka bir yerlerde sonu olduğu ise,
yeryüzünün değişmesi mümkün olmayan en temel gerçeklerinden biridir. Asıl
kutsal olan gerçek aşk değildir. Çünkü zamanı gelince o zaten biter. Doğal
sebeplerden dolayı bitmeyip, tek tarafın özgür iradesiyle aldığı karardan ötürü
biterse ve karşı taraf güçlü bir acı çekip, bu acıdan kurtulmayı başarırsa,
ayakta kalabilirse asıl kutsallığı yaşar. Gerçek aşkın kutsallığından daha da
kutsal bir yaşam olayıdır bu. Hayatta bazı şeyler değişir ama insanların
kötülüğü yaşar durur. Acısı hep içinizde bir yerde kalır ve unutamazsınız.
Üstüne ileride daha da mutlu olursunuz belki, ama geçmiş hep içinizdedir.
Duygusal yıkımların üstesinden gelebilirsiniz, ama yüz yüze yaşadığınız için
onları unutamazsınız.
Sanat
hayatımızın olmazsa olmazıdır. Aşk üzerine, sevgi üzerine, özlemek üzerine,
hatta ölüm üzerine bile sanat yapılabilir. Tiyatro, sinema, şiir, anlatı, öykü,
roman ve hatta şu anda okuduğunuz bu deneme gibi. Ayrılık ise hepsinden
farklıdır. Çünkü bir yerlerde, bir parçanızın nefes aldığını bilirsiniz ve ona ulaşamazsınız.
Bu ise sanat yapmak için son derece acı bir konudur. Ama senarist, besteci ya
da yazar yapamaz. İçinde kapalı tutamaz. Psikolojik bir savaştan sağ çıkmaya
çalışırlar. Senarist oturur sahneleyeceği oyunu yazar. Yazar oturur kitabını
yazar. Besteci de şarkılarını yazar. O kadar can alıcı sözler ve diyaloglar
yazarlar ki, hitap ettikleri kitle çok etkilenir. Günümüzde Dream Theater’dan
John Petrucci’yi, ya da Anathema’dan Vincent Cavanagh’ı, bu tür sanatçı
müzisyenlere örnek verebiliriz. Onların şarkılarını severek dinlerim her zaman.
Müziği hayatları gibi benimseyerek dinleyen diğer fan.lar ise, onların bu
çöküntüler sonrasında yaptıkları görsel ve işitsel şaheserleri, konserlerinde
ve müzik sistemlerinde bayılarak dinleyip eşlik ederler. Ben John ve Vince’i
çok iyi anlıyorum. Belki onların ki gibi değil yaşadıklarım ama onlar gibi,
hayatımda ki bir çok şeyden vazgeçmeye hazırdım, duygusal mutluluğumun
sürebilmesi için.
Sonuç
olarak, yaşamınızı paylaşacağınıza inandığınız, her yönüyle sizin ikiziniz olan
karşı cins, sizi terk ettiğinde, yaşamınıza kaldığınız yerden devam
edebiliyorsanız şanslısınızdır. İnsanoğlunun bunu yapma gücü vardır. En kötü
ihtimalle ‘’0’’ (yazıyla, sıfır) noktasındaysanız da; yani ayakta
kalamıyorsunuz ama düşmüyorsunuz. O zaman bile şanslınızdır. En azından tam
anlamıyla ayakta kalmak için mücadelenizi sürdürüyorsunuzdur ve bunun sonucunu
olumlu yönde bir gün mutlaka görürsünüz. Ama düşüyorsanız, yaşamdan hiç zevk
almıyorsanız, yaptığınız hiçbir şey eskisi gibi bir anlam ifade etmiyorsa ve bu
süre uzun zamanları bulursa; o zaman başınız dertte demektir.
Ayrılık
acısının benim için ifade ettiği, kalbime ve aklıma yansıttığı duyguları,
hisleri tasvir etmeye çalıştım. Umarım içinde yaşadığımız Dünya’da hiçbir
insanın başına bu gelmez. Son olarak, İsveç’li heavy metal grubu ‘’Hammerfall’’
un solisti Joacim Cans’tan özlü bir söz:
‘’Hayatta
hiçbir şey sonsuza kadar dayanamaz, fakat yaptığımız hiçbir iş boşa değildir.’’
OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder