Bu yıl çok güzel şeyler yaşamama
ve bu yaşadıklarımın yazılara dökülmeyi çok hak etmelerine rağmen blogumda yeni
bir yazı paylaşmak için en uzun arayı vermiş olmak üzücü. Düşüm, Günüm ve
Yolculuğum adını verdiğim blogum, gerçekten evimde olup yalnız kaldığım her an
tek sığınağım oluyor. Dergi yazılarımın ağırlık kazanması, öte yandan iş yoğunluğumun beni çok yorması ve sanırım
yaşlanıyor olmam artık bu uzun araların daha çok yaşanılacağını hissettiriyor.
2018’de ki ilk yazım ne yazık ki yıl ortasına denk geliyor. 2 ay önce
arkadaşlarımla Sırbistan’a gittik. Orada geçirdiğim günleri anlatmak her ne
kadar bir günlük yazısı tadında olacaksa da bunu yapmalıyım. Dağılmadan önce ki
Yugoslavya’ya hayranım. Bu linkte yazmış olduğum yazı, sonrasında o toprakları
ziyaret edip etmeyeceğimi bilmediğim bir zaman klavyemden dökülmüştü.
http://ocelik7.blogspot.com/2017/05/yugoslavya.html
Balkanların kalbinde olmak, orada
dolu dolu 5 gün geçirmek hayatımın en güzel zamanlarından biriydi. Bu yüzden
Belgrad’da yaşanılanlar sadece sosyal medyada paylaştıklarımdan ibaret
olmamalıydı.
Belgrad'da ki evsahibimiz Gregor ile
Yakın arkadaşlarım Kaan ve Aşkın
ile birlikte yıllardır çıktığımız ve doyasıya eğlendiğimiz tatillerimizden en
farklı ve en anlamlı olanlarından birini bu yıl Sırbistan’ın başkenti Belgrad’a
giderek yaptık. 1 ay öncesinden izin tarihlerimizi ayarlayıp uçak biletlerimizi
aldık. Booking’den kalacağımız evi kiraladık. Tuttuğumuz ev Stari Grad’deydi.
Belgrad’ın en meşhur, en güzel mekanlarından biri olan Knez Mihailova’nın çok
yakınında, yürüme mesafesinde olan merkezi bir yerdeydi evimiz. Ev sahibimiz
Gregor ile seyahat öncesi tüm görüşmeleri whats app. üzerinden ben
gerçekleştirdim. Oldukça nazik ve ilgili bir insandı. Kesinlikle Belgrad’ı
tekrar ziyaret edeceğim ve müsaitse yeniden onun evinde kalacağım. Daha
Sırbistan’a gitmeden onun sayesinde orayı tanır olduk. Aslında onu sorularımla bunalttım. Görmeyi planladığım çok yer vardı. Belgrad’a ulaşmadan o yerleri
nasıl ziyaret edeceğimizi, hangi toplu taşıma araçlarını kullanacağımızı, hangi
günlerde hangi yerlere gitmemizin daha iyi olacağı vb. bir sürü soruları ona
yönelttim. Hepsini sıkılmadan içtenlikle cevapladı ve biz ordaykende her gün
arayıp bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını, ev de bir eksiklik görüp
görmediğimizi sordu.
9. Nisan sabahı saat 10’da
İzmir’den İstanbul uçağına bindik. Yoculuğumuzun ilk kısmı bittiğinde Belgrad’a
aktarma yapmak için 4 saat Sabiha Gökçen Havaalanında bekledik. Free shop’da
vakit geçirdikten sonra yemek yedik ve bekleme kapısında kitaplarımızı okuyup
sohbet ettik. Saat 16:00’da Belgrad uçağına bindik. Nikola Tesla Havaalanına
indiğimizde Sırbistan’da yerel saat 16:30’du ve bizden 1 saat geridelerdi.
Havaalanında çok beklemeden Gregor’ın bana söylediği 72 numaralı belediye
otobüsüne bindik. 30 dk. sonra ineceğimiz durak Zeleni Venac’tı. Kimseye
sormamıza gerek yoktu çünkü bu son duraktı. Gregor’ın söylediğine göre Zeleni
Venac’ta indikten sonra sadece 200-300 m yürüyerek eve ulaşacaktık. Gregor bizi
karşılayamayacaktı. Annesi Szena’nın binanın önünde bizi beklediğini söyledi.
Bayan Szena çok iyi İngilizce konuşamıyordu. Herhangi bir iletişimsizlik
durumunda Gregor’ı arayacaktık ama Szena nerdeyse hiç İngilizce konuşamadığı
halde onunla çok iyi anlaştık ve ne demek istediğini gayet açık anladık.
Güvenlik için birkaç önlem ve check out yaparken anahtarı bırakmamız gereken
posta kutusu. Karşımda Sırpça konuşan bir kadını dinlerken kendimi gerçekten
oralı gibi hissettim. Anadillerini hiç bilmediğim halde, işaret dili bile
kullanmadan bana anlatıyordu. Daha ilk gün uçaktan iner inmez Sırbistan’a
adapte olmuştuk.
Eve eşyalarımızı yerleştirdikten
sonra hiç dinlenmeden hemen dışarı çıktık. Bir sokak arkamızdaki meşhur Knez
Mihailova caddesi akşamüstü vaktinde harika gözüküyordu. İstanbul’un İstiklal
caddesine benzeyen bu yeri baştan sona yürüdük ve etrafa göz attık. Yürüdüğümüz
esnada Instagram’da birkaç paylaşım yaptım. Sırbistan’da olduğumu gören,
EuroLeague fan sayfalarından birinde tanıştığım İsrail’li, koyu Maccabi
Tel-Aviv taraftarı arkadaşım Janet mesaj attı. “Mutlaka akşam yemeği için Toro
Latin adlı restaruranta gidin. Oraya birçok kez gittim. Harika bir yer ve
bulunduğunuz yere çok yakın.” Ben Janet’ın mesajını arkadaşlarıma okurken
Kaan’da Tripadvisor’dan önerilere bakıyordu ve o da Toro Latin’in çok popüler
ve lezzetli bir yer olduğunu yapılan yorumlardan görmüştü. Janet’ın tavsiyesine
uyarak harika bir akşam yemeği yedik. Sırbistan’da ki herkes İngilizce
konuşabiliyordu ve hiçbir yer de iletişim sorunu yaşamadık. İlk gün akşam
yemeğinden sonra Belgrad kalesine çıktık. Uzaktan Sava nehrine bakmak ve ışıl
ışıl şehiri izlemek müthişti.
Stari Grad'de kaldığımız evin penceresinden manzara
İkinci günün sabahı yerel saate
alışamadığım için erkenden sabah 6:30’da uyanmıştım. Bu iyi bir şeydi çünkü
orada geçireceğim zamanı en iyi şekilde değerlendirmek istiyordum. Bol bol
pencereden dışarıyı seyrettim. Belgrad’da hayat çok erken saatlerde başlamıştı.
Kaldırımlarda insanlar, yollarda arabalar ve hemen evimizin önünde ki parkta güvercinleri
besleyen topluluklardan oluşan Sırpları izliyordum. Bulunduğumuz cadde de dahil
olak üzere Belgrad’ın hemen hemen her yerinde neredeyse her 50-100 metrede bir
pastane dükkanları karşınıza çıkıyor. Bu dükkanların çoğunda oturmak için masa
ve sandalye yok. Market işi gibi elden alıp gidiyorlar. Sırplar hamur ve kek
tarzı fırın işi yiyecekleri çok seviyorlar. Neredeyse günün her saati her cadde
de elinde bu yiyecekleri yürürken tüketerek giden birçok insan görebilirsiniz. 8
gibi herkes uyandıktan sonra kahvaltı etmek için dışarı çıktık. Kahvaltımız
bittikten sonra klasik Knez Mihailova turunu bitirdik ve bir belediye otobüsüne
binip şehri gezmeye başladık. Nikola Tesla Müzesini görmek istiyorduk. Onun
yerini bulduktan sonra akşamüstü ziyaret etmeye karar verdik. St.Mark
Kilisesine gidip bir sürü fotoğraf çektik. Balkanların havasına alışık değildik
ve önceden buraya giden arkadaşlarım mutlaka kalın kıyafetlerde getirmem
gerektiğini belirtmişlerdi ama buna rağmen Belgrad’da hava yaz mevsimi gibiydi.
Orda bulunduğumuz 5 gün boyunca hava ortalama 23 derece sıcaklıktaydı. St. Mark
Kilisesini gördükten sonra hemen kilisenin yanındaki bir parkta cafelerden
birine oturduk. Belgrad’ı gezmeye devam ediyorduk öğlen yemeğinde yöresel
tatlardan uzaklaşıp Meksika Burito’su yedik. Müthiş lezzetliydi. Bildiğim
kadarıyla İzmir’de böyle bir restaurant yok. Açılsa çok iyi olur çünkü Burito’nun
malzemeleri günlük hayatta aldığımız gıdalardan farklı değildi. Saat 16:30’da Nikola
Tesla Müzesine girdik. Önce 30 dk.lık bir video gösterimi ardından da 1 saati
aşkın bir süre boyunca Tesla buluşlarının tanıtıldığı bir sunum yapıldı. Sunum esnasında elektrikli birkaç
deneye gönüllü olduk. Yazımın sonunda bir Youtube linki ekleyeceğim ve o
görüntülerde o linkteki videonun içinde olacak. Eşsiz bir deneyimdi. Müze,
Nikola Tesla’nın küllerinin bulunduğu oda ile sona eriyordu.
Meksika Burito
Nikola Tesla Müzesi
Tripadvisor’da yapılan
yorumlardan yola çıkarak Nikola Tesla Müzesine sadece 200 metre uzaklıkta olan
Lovac adında bir restauranta gittik. Genellikle av hayvanlarının servis
edildiği ve geyik eti ile meşhur çok güzel bir restauranttı. Karışık ızgara ve
geyik eti ile beraber ördek’te yedik. Muazzamdılar. Yemeği bitirdikten sonra
Aşkın hepimizin düşüncesini sesli olarak dile getirdi.
“Dönmeden önce buraya mutlaka
tekrar geleceğiz.” J
Knez Mihailova’ya geri döndük ve
birbirinden güzel bistrolardan birinde oturup içkilerimizi içtik. Gerçekten çok
zevkli geçiyordu. Knez Mihailova’nın sonunda (ya da başında) bulunan bir avm’den
telefonum için yeni bir kılıf satın aldım. Günü yeniden Belgrad kalesinde
tamamladık. Burada çok ilginç olan özellik, parktaki tüm hediyelik eşya satan
seyyar satıcıların inanılmaz güzel birer aksanla İngilizce konuşuyor olmalarıydı.
Çok etkilenmiştim. Her kesimden tüm Sırplar kendilerini çok iyi geliştirmişler.
Belgrad’da geçirdiğimiz 3. Gün,
Zemun’a inip rıhtımı gezdik. Sava nehrinin Zemun rıhtımında başladığı noktadan
bisiklet kiralayarak, Tuna nehri ile birleştiği yere kadar sürdük. Oraya
ulaşınca arkadaşlarımla birçok fotoğraf ve video çektim. Yönetmen Richard
Linklater’ın “Before Sunrise, Before Sunset ve Before Midnight” isimlerine
sahip, duygusal üçlemesi olan fimleri çok severim. Zira onlar için de bu blogda
yazdığım bir yazı mevcuttur. Sözü geçmişken linki de budur;
1995 yapımı ilk film Before
Sunrise’ta ilk romantik sahnelerden birinde, Julie Delphy ve Ethan Hawke, Tuna
nehrinin karşısındadırlar. Her ne kadar filmde bulundukları yer Viyana
kıyısında da olsa sonuçta Tuna nehri. Sırbistan, Macaristan, Avusturya,
Slovakya ve Almanya’dan geçen bu büyük doğa harikasının yanıbaşında olmak
tüylerimi diken diken etmişti. Belgrad’da Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği
noktadan bir su şişesine nehirin suyunu doldurdum. Knez Mihailova’da ki
hediyelik eşya dükkanlarından birinden aldığım hediyelik simgesel mantarlı
küçük şişelere o suyu paylaştırdım ve Tuna ile Sava’dan aldığım nehir suları şu
an İzmir’de ki evimin kitaplığında ömürlük birer anı olarak duruyorlar.
Bisikletleri teslim ettikten sonra Knez Mihailova’ya geri dönüp ev de biraz
dinlendik. Akşamüstüne doğru tekrar Belgrad kalesinde fotoğraflar çekilmeye ve
alışveriş yapmaya gittik. Tekrar rıhtıma inip Tuna nehrinin olduğu noktada
ırmağın üstüne iskeleler yapılarak kurulmuş olan restaurantlardan birine
oturduk. Yanı başımda Tuna’nın nefis meltem eşliğinde bir müzikal gibi
kulağınıza fısıldadığı doğa sesleri ile güneşin batışını izlerken içtiğim bira
o dakikaya kadar içtiğim en lezzetli içecekti. Bu arada cidden harika biraları
var. Giderseniz Sommersby’i deneyin. 3. günün
gecesi Freestyler isimli bir gece kulübü ve ardından şu an ismini
hatırlayamadığım başka bir gece kulübünde eğlenerek sona erdi.
Belgrad Kalesinden Sava Nehri'nin bir görüntüsü
Tuna Nehri
Sırbistan’da son 2 güne girerken
her şey müthişti. Son gün alışveriş ile çok vakit kaybetmemek için, İzmir’de ki
sevdiklerimize hediyelerini 1 gün önce sabahtan alıp evde valizlerimize
yerleştirdik. Alışveriş kısmı çok uzun sürdüğü için kahvaltı planımız geç saate
kaldı. 12 gibi kahvaltıyı öğlen yemeği ile geçiştirmeye karar vererek Bosna
Hersek’in meşhur köftesi Cevabi’yi tattık. 1 yıl önce kardeşim Sarajevo’da
Cevabi’yi denemişti ve onun tavsiyesiyle biz de Belgrad’da bu lezzeti denedik.
Hoşuma gitti fakat nedense içimden bir ses Bosna’da bu yemeğin daha güzel
yapıldığını söylüyor. Umarım bir gün orayı da ziyaret edeceğim ve orda da bu
tadı deneyeceğim. Daha sonra Knez Mihailova’dan ayrılıp şehre girdik ve Aziz
Sava Tapınağını ziyaret ettik. Aziz Sava Tapınağı ile ilgili görsellerde
yazımın sonunda ekleyeceğim Youtube linkinde yer alıyor. Alışveriş turuna devam
edip karnımızın acıkmasını bekledik ve eşsiz lezzeti olan Lovac restaurant’a
bir kez daha gelip yemeğimizi yedik. Gezip gördüğümüz hemen hemen her cadde de
nizami ölçülerde olmasa da mutlaka basketbol sahaları ve basketbol potaları
vardı. Sırpların basketbol sporunda çok başarılı olmalarının başlıca nedenlerinden
biri de bu özellikleri bence. Basketbolu çok sevdiğim için bu ülkede bulunmak
ayrıca bir özel anlam ifade ediyordu benim için ve burada geçirdiğim her gün
eşsiz güzellikte günlerdi. Belgrad’da ki son gecemizde Knez Mihailova’yı gezip
çeşitli mekanlarda oturup bira içtik. Tekrar Zemun’a rıhtıma indik ve yine maalesef
şu an adını hatırlayamadığım ama tekrar gittiğimde tabiri caizse elimle koymuş
gibi bulacağım mekanlardan biri olan bir bara girdik. Bu arada bu bar ilk akşam
gittiğimiz Toro Latin adlı restaurantın hemen yanında. Sırpça hiç anlamasakta
canlı müzik çok iyiydi ve 12.Nisan gecesinin 13.Nisan’a bağlandığı gece yarısı
esnasında orada içmeye devam edip Kaan’ın doğum günü kutlamasınıda o barda
yaptık. Geç saate kadar eğlenip Knez Mihailova’ya dönen tramvaya bindik.
Sırbistan’a gelmeden Booking üzerinden kiraladığımız evin tek olumsuz yanı
check out zamanıydı. Çıkış saatimiz için sabah 09.00 yazıyordu. Ev sahibi
Gregor’la ilk konuştuğum konulardan biri bu olmuştu. İstanbul’a dönüş
uçağımızın akşamüstü 16:00’da olduğunu ve evden valizlerimizle birlikte sabah 9’da
çıkmak zorunda oluşumuzun bizim için güzel olmayacağını söylemiştim. Sorun
olmaz öğlen istediğiniz saatte çıkabilirsiniz diye dönüş yapmıştı. Son gün için
tüm planlarımızı bu şekilde yaparken tramvaya bindiğimiz an da Gregor’dan mesaj
geldi.
“Osman, çok üzgünüm ama yarın
erken bir check in’im var. Evden 10:00’da çıkmış olmanız gerekiyor.”
Viva Restaurant - Tuna Nehri
Viva Restaurant - Tuna Nehri
Son günün en kötü yanı buydu.
Valizler yanımızda olmadan Knez Mihailova’yı ve Belgrad kalesini son bir kez
gezip kahvaltımızı yapacaktık. Ben arkadaşlarımdan daha önce uyanıp binanın
karşısındaki parka gittim ve güvercinleri besledim. Sabah 9 buçukta evden
valizlerimizle çıktık. Knez Mihailova’da kahvaltı yapıp son kez Belgrad
kalesine gittik. Yorulana kadar çantalarımızla gezdikten sonra Stari Grad’e
gelip 72 numaralı Zeleni Venac-Nikola Tesla Airport otobüsüne bindik ve
havaalanına doğru yol aldık. Sırbistan’da
bulunduğumuz 5 gün boyunca yapmış olduğum video çekimlerimden bir derlemeyi de
buradan izleyebilirsiniz.
9-13.Nisan.2018 tarihleri
arasında en yakın arkadaşlarımla Belgrad’daydım. Tam 2 ay sonra orada
geçirdiğim günleri kaleme aldım. Bunu bu kadar çok geç yapmamın en önemli
nedenlerinden biri de; bu yazıyı hazırlarken o günleri tekrar yeniden yaşayacak
olmamdı ve öyle de oldu. Sadece Sırbistan değil, Bosna Hersek, Hırvatistan,
Slovenya, Karadağ ve Kosova’da görülmesi gereken güzel yerler. Bir zamanlar bir
bütündüler ama dağıldılar. Yugoslavya her yeri ile bir kültür ve doğa harikası.
Umarım diğer ülkeleri de ziyaret edip blogumda deneyimlerimi paylaşabilirim.
OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7