11 Haziran 2018 Pazartesi

YUGOSLAVYA'NIN KALBİ BELGRAD


Bu yıl çok güzel şeyler yaşamama ve bu yaşadıklarımın yazılara dökülmeyi çok hak etmelerine rağmen blogumda yeni bir yazı paylaşmak için en uzun arayı vermiş olmak üzücü. Düşüm, Günüm ve Yolculuğum adını verdiğim blogum, gerçekten evimde olup yalnız kaldığım her an tek sığınağım oluyor. Dergi yazılarımın ağırlık kazanması, öte yandan  iş yoğunluğumun beni çok yorması ve sanırım yaşlanıyor olmam artık bu uzun araların daha çok yaşanılacağını hissettiriyor. 2018’de ki ilk yazım ne yazık ki yıl ortasına denk geliyor. 2 ay önce arkadaşlarımla Sırbistan’a gittik. Orada geçirdiğim günleri anlatmak her ne kadar bir günlük yazısı tadında olacaksa da bunu yapmalıyım. Dağılmadan önce ki Yugoslavya’ya hayranım. Bu linkte yazmış olduğum yazı, sonrasında o toprakları ziyaret edip etmeyeceğimi bilmediğim bir zaman klavyemden dökülmüştü.

http://ocelik7.blogspot.com/2017/05/yugoslavya.html

Balkanların kalbinde olmak, orada dolu dolu 5 gün geçirmek hayatımın en güzel zamanlarından biriydi. Bu yüzden Belgrad’da yaşanılanlar sadece sosyal medyada paylaştıklarımdan ibaret olmamalıydı. 



Belgrad'da ki evsahibimiz Gregor ile


Yakın arkadaşlarım Kaan ve Aşkın ile birlikte yıllardır çıktığımız ve doyasıya eğlendiğimiz tatillerimizden en farklı ve en anlamlı olanlarından birini bu yıl Sırbistan’ın başkenti Belgrad’a giderek yaptık. 1 ay öncesinden izin tarihlerimizi ayarlayıp uçak biletlerimizi aldık. Booking’den kalacağımız evi kiraladık. Tuttuğumuz ev Stari Grad’deydi. Belgrad’ın en meşhur, en güzel mekanlarından biri olan Knez Mihailova’nın çok yakınında, yürüme mesafesinde olan merkezi bir yerdeydi evimiz. Ev sahibimiz Gregor ile seyahat öncesi tüm görüşmeleri whats app. üzerinden ben gerçekleştirdim. Oldukça nazik ve ilgili bir insandı. Kesinlikle Belgrad’ı tekrar ziyaret edeceğim ve müsaitse yeniden onun evinde kalacağım. Daha Sırbistan’a gitmeden onun sayesinde orayı tanır olduk. Aslında onu sorularımla bunalttım. Görmeyi planladığım çok yer vardı. Belgrad’a ulaşmadan o yerleri nasıl ziyaret edeceğimizi, hangi toplu taşıma araçlarını kullanacağımızı, hangi günlerde hangi yerlere gitmemizin daha iyi olacağı vb. bir sürü soruları ona yönelttim. Hepsini sıkılmadan içtenlikle cevapladı ve biz ordaykende her gün arayıp bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını, ev de bir eksiklik görüp görmediğimizi sordu.


9. Nisan sabahı saat 10’da İzmir’den İstanbul uçağına bindik. Yoculuğumuzun ilk kısmı bittiğinde Belgrad’a aktarma yapmak için 4 saat Sabiha Gökçen Havaalanında bekledik. Free shop’da vakit geçirdikten sonra yemek yedik ve bekleme kapısında kitaplarımızı okuyup sohbet ettik. Saat 16:00’da Belgrad uçağına bindik. Nikola Tesla Havaalanına indiğimizde Sırbistan’da yerel saat 16:30’du ve bizden 1 saat geridelerdi. Havaalanında çok beklemeden Gregor’ın bana söylediği 72 numaralı belediye otobüsüne bindik. 30 dk. sonra ineceğimiz durak Zeleni Venac’tı. Kimseye sormamıza gerek yoktu çünkü bu son duraktı. Gregor’ın söylediğine göre Zeleni Venac’ta indikten sonra sadece 200-300 m yürüyerek eve ulaşacaktık. Gregor bizi karşılayamayacaktı. Annesi Szena’nın binanın önünde bizi beklediğini söyledi. Bayan Szena çok iyi İngilizce konuşamıyordu. Herhangi bir iletişimsizlik durumunda Gregor’ı arayacaktık ama Szena nerdeyse hiç İngilizce konuşamadığı halde onunla çok iyi anlaştık ve ne demek istediğini gayet açık anladık. Güvenlik için birkaç önlem ve check out yaparken anahtarı bırakmamız gereken posta kutusu. Karşımda Sırpça konuşan bir kadını dinlerken kendimi gerçekten oralı gibi hissettim. Anadillerini hiç bilmediğim halde, işaret dili bile kullanmadan bana anlatıyordu. Daha ilk gün uçaktan iner inmez Sırbistan’a adapte olmuştuk.


Eve eşyalarımızı yerleştirdikten sonra hiç dinlenmeden hemen dışarı çıktık. Bir sokak arkamızdaki meşhur Knez Mihailova caddesi akşamüstü vaktinde harika gözüküyordu. İstanbul’un İstiklal caddesine benzeyen bu yeri baştan sona yürüdük ve etrafa göz attık. Yürüdüğümüz esnada Instagram’da birkaç paylaşım yaptım. Sırbistan’da olduğumu gören, EuroLeague fan sayfalarından birinde tanıştığım İsrail’li, koyu Maccabi Tel-Aviv taraftarı arkadaşım Janet mesaj attı. “Mutlaka akşam yemeği için Toro Latin adlı restaruranta gidin. Oraya birçok kez gittim. Harika bir yer ve bulunduğunuz yere çok yakın.” Ben Janet’ın mesajını arkadaşlarıma okurken Kaan’da Tripadvisor’dan önerilere bakıyordu ve o da Toro Latin’in çok popüler ve lezzetli bir yer olduğunu yapılan yorumlardan görmüştü. Janet’ın tavsiyesine uyarak harika bir akşam yemeği yedik. Sırbistan’da ki herkes İngilizce konuşabiliyordu ve hiçbir yer de iletişim sorunu yaşamadık. İlk gün akşam yemeğinden sonra Belgrad kalesine çıktık. Uzaktan Sava nehrine bakmak ve ışıl ışıl şehiri izlemek müthişti.

Stari Grad'de kaldığımız evin penceresinden manzara

İkinci günün sabahı yerel saate alışamadığım için erkenden sabah 6:30’da uyanmıştım. Bu iyi bir şeydi çünkü orada geçireceğim zamanı en iyi şekilde değerlendirmek istiyordum. Bol bol pencereden dışarıyı seyrettim. Belgrad’da hayat çok erken saatlerde başlamıştı. Kaldırımlarda insanlar, yollarda arabalar ve hemen evimizin önünde ki parkta güvercinleri besleyen topluluklardan oluşan Sırpları izliyordum. Bulunduğumuz cadde de dahil olak üzere Belgrad’ın hemen hemen her yerinde neredeyse her 50-100 metrede bir pastane dükkanları karşınıza çıkıyor. Bu dükkanların çoğunda oturmak için masa ve sandalye yok. Market işi gibi elden alıp gidiyorlar. Sırplar hamur ve kek tarzı fırın işi yiyecekleri çok seviyorlar. Neredeyse günün her saati her cadde de elinde bu yiyecekleri yürürken tüketerek giden birçok insan görebilirsiniz. 8 gibi herkes uyandıktan sonra kahvaltı etmek için dışarı çıktık. Kahvaltımız bittikten sonra klasik Knez Mihailova turunu bitirdik ve bir belediye otobüsüne binip şehri gezmeye başladık. Nikola Tesla Müzesini görmek istiyorduk. Onun yerini bulduktan sonra akşamüstü ziyaret etmeye karar verdik. St.Mark Kilisesine gidip bir sürü fotoğraf çektik. Balkanların havasına alışık değildik ve önceden buraya giden arkadaşlarım mutlaka kalın kıyafetlerde getirmem gerektiğini belirtmişlerdi ama buna rağmen Belgrad’da hava yaz mevsimi gibiydi. Orda bulunduğumuz 5 gün boyunca hava ortalama 23 derece sıcaklıktaydı. St. Mark Kilisesini gördükten sonra hemen kilisenin yanındaki bir parkta cafelerden birine oturduk. Belgrad’ı gezmeye devam ediyorduk öğlen yemeğinde yöresel tatlardan uzaklaşıp Meksika Burito’su yedik. Müthiş lezzetliydi. Bildiğim kadarıyla İzmir’de böyle bir restaurant yok. Açılsa çok iyi olur çünkü Burito’nun malzemeleri günlük hayatta aldığımız gıdalardan farklı değildi. Saat 16:30’da Nikola Tesla Müzesine girdik. Önce 30 dk.lık bir video gösterimi ardından da 1 saati aşkın bir süre boyunca Tesla buluşlarının tanıtıldığı bir sunum yapıldı. Sunum esnasında elektrikli birkaç deneye gönüllü olduk. Yazımın sonunda bir Youtube linki ekleyeceğim ve o görüntülerde o linkteki videonun içinde olacak. Eşsiz bir deneyimdi. Müze, Nikola Tesla’nın küllerinin bulunduğu oda ile sona eriyordu.

Meksika Burito

Nikola Tesla Müzesi


Tripadvisor’da yapılan yorumlardan yola çıkarak Nikola Tesla Müzesine sadece 200 metre uzaklıkta olan Lovac adında bir restauranta gittik. Genellikle av hayvanlarının servis edildiği ve geyik eti ile meşhur çok güzel bir restauranttı. Karışık ızgara ve geyik eti ile beraber ördek’te yedik. Muazzamdılar. Yemeği bitirdikten sonra Aşkın hepimizin düşüncesini sesli olarak dile getirdi.

“Dönmeden önce buraya mutlaka tekrar geleceğiz.” J
Knez Mihailova’ya geri döndük ve birbirinden güzel bistrolardan birinde oturup içkilerimizi içtik. Gerçekten çok zevkli geçiyordu. Knez Mihailova’nın sonunda (ya da başında) bulunan bir avm’den telefonum için yeni bir kılıf satın aldım. Günü yeniden Belgrad kalesinde tamamladık. Burada çok ilginç olan özellik, parktaki tüm hediyelik eşya satan seyyar satıcıların inanılmaz güzel birer aksanla İngilizce konuşuyor olmalarıydı. Çok etkilenmiştim. Her kesimden tüm Sırplar kendilerini çok iyi geliştirmişler.


Belgrad’da geçirdiğimiz 3. Gün, Zemun’a inip rıhtımı gezdik. Sava nehrinin Zemun rıhtımında başladığı noktadan bisiklet kiralayarak, Tuna nehri ile birleştiği yere kadar sürdük. Oraya ulaşınca arkadaşlarımla birçok fotoğraf ve video çektim. Yönetmen Richard Linklater’ın “Before Sunrise, Before Sunset ve Before Midnight” isimlerine sahip, duygusal üçlemesi olan fimleri çok severim. Zira onlar için de bu blogda yazdığım bir yazı mevcuttur. Sözü geçmişken linki de budur;
1995 yapımı ilk film Before Sunrise’ta ilk romantik sahnelerden birinde, Julie Delphy ve Ethan Hawke, Tuna nehrinin karşısındadırlar. Her ne kadar filmde bulundukları yer Viyana kıyısında da olsa sonuçta Tuna nehri. Sırbistan, Macaristan, Avusturya, Slovakya ve Almanya’dan geçen bu büyük doğa harikasının yanıbaşında olmak tüylerimi diken diken etmişti. Belgrad’da Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği noktadan bir su şişesine nehirin suyunu doldurdum. Knez Mihailova’da ki hediyelik eşya dükkanlarından birinden aldığım hediyelik simgesel mantarlı küçük şişelere o suyu paylaştırdım ve Tuna ile Sava’dan aldığım nehir suları şu an İzmir’de ki evimin kitaplığında ömürlük birer anı olarak duruyorlar. Bisikletleri teslim ettikten sonra Knez Mihailova’ya geri dönüp ev de biraz dinlendik. Akşamüstüne doğru tekrar Belgrad kalesinde fotoğraflar çekilmeye ve alışveriş yapmaya gittik. Tekrar rıhtıma inip Tuna nehrinin olduğu noktada ırmağın üstüne iskeleler yapılarak kurulmuş olan restaurantlardan birine oturduk. Yanı başımda Tuna’nın nefis meltem eşliğinde bir müzikal gibi kulağınıza fısıldadığı doğa sesleri ile güneşin batışını izlerken içtiğim bira o dakikaya kadar içtiğim en lezzetli içecekti. Bu arada cidden harika biraları var. Giderseniz Sommersby’i deneyin. 3. günün gecesi Freestyler isimli bir gece kulübü ve ardından şu an ismini hatırlayamadığım başka bir gece kulübünde eğlenerek sona erdi.

Belgrad Kalesinden Sava Nehri'nin bir görüntüsü

Tuna Nehri

Sırbistan’da son 2 güne girerken her şey müthişti. Son gün alışveriş ile çok vakit kaybetmemek için, İzmir’de ki sevdiklerimize hediyelerini 1 gün önce sabahtan alıp evde valizlerimize yerleştirdik. Alışveriş kısmı çok uzun sürdüğü için kahvaltı planımız geç saate kaldı. 12 gibi kahvaltıyı öğlen yemeği ile geçiştirmeye karar vererek Bosna Hersek’in meşhur köftesi Cevabi’yi tattık. 1 yıl önce kardeşim Sarajevo’da Cevabi’yi denemişti ve onun tavsiyesiyle biz de Belgrad’da bu lezzeti denedik. Hoşuma gitti fakat nedense içimden bir ses Bosna’da bu yemeğin daha güzel yapıldığını söylüyor. Umarım bir gün orayı da ziyaret edeceğim ve orda da bu tadı deneyeceğim. Daha sonra Knez Mihailova’dan ayrılıp şehre girdik ve Aziz Sava Tapınağını ziyaret ettik. Aziz Sava Tapınağı ile ilgili görsellerde yazımın sonunda ekleyeceğim Youtube linkinde yer alıyor. Alışveriş turuna devam edip karnımızın acıkmasını bekledik ve eşsiz lezzeti olan Lovac restaurant’a bir kez daha gelip yemeğimizi yedik. Gezip gördüğümüz hemen hemen her cadde de nizami ölçülerde olmasa da mutlaka basketbol sahaları ve basketbol potaları vardı. Sırpların basketbol sporunda çok başarılı olmalarının başlıca nedenlerinden biri de bu özellikleri bence. Basketbolu çok sevdiğim için bu ülkede bulunmak ayrıca bir özel anlam ifade ediyordu benim için ve burada geçirdiğim her gün eşsiz güzellikte günlerdi. Belgrad’da ki son gecemizde Knez Mihailova’yı gezip çeşitli mekanlarda oturup bira içtik. Tekrar Zemun’a rıhtıma indik ve yine maalesef şu an adını hatırlayamadığım ama tekrar gittiğimde tabiri caizse elimle koymuş gibi bulacağım mekanlardan biri olan bir bara girdik. Bu arada bu bar ilk akşam gittiğimiz Toro Latin adlı restaurantın hemen yanında. Sırpça hiç anlamasakta canlı müzik çok iyiydi ve 12.Nisan gecesinin 13.Nisan’a bağlandığı gece yarısı esnasında orada içmeye devam edip Kaan’ın doğum günü kutlamasınıda o barda yaptık. Geç saate kadar eğlenip Knez Mihailova’ya dönen tramvaya bindik. Sırbistan’a gelmeden Booking üzerinden kiraladığımız evin tek olumsuz yanı check out zamanıydı. Çıkış saatimiz için sabah 09.00 yazıyordu. Ev sahibi Gregor’la ilk konuştuğum konulardan biri bu olmuştu. İstanbul’a dönüş uçağımızın akşamüstü 16:00’da olduğunu ve evden valizlerimizle birlikte sabah 9’da çıkmak zorunda oluşumuzun bizim için güzel olmayacağını söylemiştim. Sorun olmaz öğlen istediğiniz saatte çıkabilirsiniz diye dönüş yapmıştı. Son gün için tüm planlarımızı bu şekilde yaparken tramvaya bindiğimiz an da Gregor’dan mesaj geldi.

“Osman, çok üzgünüm ama yarın erken bir check in’im var. Evden 10:00’da çıkmış olmanız gerekiyor.”

Viva Restaurant - Tuna Nehri

Viva Restaurant - Tuna Nehri

Son günün en kötü yanı buydu. Valizler yanımızda olmadan Knez Mihailova’yı ve Belgrad kalesini son bir kez gezip kahvaltımızı yapacaktık. Ben arkadaşlarımdan daha önce uyanıp binanın karşısındaki parka gittim ve güvercinleri besledim. Sabah 9 buçukta evden valizlerimizle çıktık. Knez Mihailova’da kahvaltı yapıp son kez Belgrad kalesine gittik. Yorulana kadar çantalarımızla gezdikten sonra Stari Grad’e gelip 72 numaralı Zeleni Venac-Nikola Tesla Airport otobüsüne bindik ve havaalanına doğru yol aldık. Sırbistan’da bulunduğumuz 5 gün boyunca yapmış olduğum video çekimlerimden bir derlemeyi de buradan izleyebilirsiniz.


9-13.Nisan.2018 tarihleri arasında en yakın arkadaşlarımla Belgrad’daydım. Tam 2 ay sonra orada geçirdiğim günleri kaleme aldım. Bunu bu kadar çok geç yapmamın en önemli nedenlerinden biri de; bu yazıyı hazırlarken o günleri tekrar yeniden yaşayacak olmamdı ve öyle de oldu. Sadece Sırbistan değil, Bosna Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Karadağ ve Kosova’da görülmesi gereken güzel yerler. Bir zamanlar bir bütündüler ama dağıldılar. Yugoslavya her yeri ile bir kültür ve doğa harikası. Umarım diğer ülkeleri de ziyaret edip blogumda deneyimlerimi paylaşabilirim.



OSMAN ÇELİK
www.twitter.com/ocelik7





GÖZÜ YAŞLI BİR VALS

Rüstem tek başına sürdürdüğü basit hayatını, her zaman sevdiği şeyleri yapmak için yaşayan sıradan bir insan olarak geçirmeye devam ediyordu...