En son 26.Mayıs.2015’te buraya
sayfalarca yazı yazmıştım senin için. 4 yılı aşmış bir süre, şu an ne kadar
yazarım bilmiyorum. 38 derece ateş ile alevler içinde yanıyorum. Az önce gördüklerimin
ve düşüncelerimin yarın sabah aklımdan kaybolup gitmeleri riskini alamadım.
Burada bir alıntı yapmak istiyorum. Ruhu huzurla uyusun sevgili Poe’nun.
“Tam
uykuya dalmak üzere olduğunuz o anı düşünün. Henüz tam dalmadan, yarı uyanık
olduğunuz o en son an. Uykuya teslim olmadan o son çizgide tuhaf düşler
görürsünüz. Ama o sırada uyursanız bu düşlerin tümünü unutursunuz. İşte ben o
son çizgiden geçip uyanıyor ve orada gördüğüm garip düşleri yakalıyorum. Benim
yazdıklarımın bir kısmı da bu düşlerdir zaten.”
Edgar
Allan POE (18.01.1809 – 7.10.1849)
Uzun süredir tek başıma yaşadığım
için içgüdüsel olarak soğuk algınlığı vb. hastalıklara yakalanmıyorum. En son
bu kadar ateşlenip yattığım zaman 4 sene önceydi ve o an seni görmüştüm. Artık
yaşım ilerlediği için hayatın koşuşturmasına ve stresine aldırış etmeyi bırakan
vücudum bugün tekrar kendini bıraktı ve ateşler içinde yatağıma esir düştüm.
Artık böyle hasta olmayı seviyorum çünkü yüksek ateş esnasında görülen
hayaller, düşler ya da halüsinasyonlar; artık isimleri her ne ise beni sana 2.
kez getirdi. Farkında olmadan 4 yıl boyunca hep bu anı beklemişim. Beni yine
sana getiren bu anı.
Bu yazı kendim için. Bilgisayarda bir word dosyasında kapalı değil ama bilgisayarın her zaman bozulma riski var. Bu blog ise silinmeden burada duruyor. Az önce yaşadıklarıma geçmeden geçen haftadan bahsetmek istiyorum.
Karanlıklar Ülkesinin Kraliçesi
ile buluştuğum o eşi benzeri olmayan deneyimden sonra hayatımın en anlamlı
zamanları en yakın arkadaşlarımla yapmış olduğumuz yurt dışı seyahatleriydi.
2018 Nisanında Sırbistan’ın başkenti Belgrad’a gittiğimiz zaman Tuna nehrinde
güneşin batışını izlemiştim. O günden beri kalbimin bir parçası Balkanların
yüreğinde kalmıştır. Geçen hafta önce Belarus’un başkenti Minsk, sonra da
Ukrayna’nın başkenti Kiev’deydik. Her zaman Sırbistan’a geri dönmek isterim
aslında ama arkadaşlarım “farklı ülkeler görelim” derler. Her neyse, geçtiğimiz
hafta Dnipro nehrinin kenarında oturup güneşin batışını bekledim. Tuna nehri kadar
olmasa da güzeldi. Onun kadar güzel olmasını sağlayan şey; arkamızda bulunan
bir pub’dan yükselen müzik sesiydi. İsmini bilmediğim, daha önce duymadığım bir
parça çalıyordu. Notalara teslim olurken şarkının sözleri ayaklarımı yerden
kesti.
“I
gave you my heart”
diye başladı ve devam etti:
“I
gave you everything that I had
I
opened my arms when you were feeling lonely and sand
When
you needed a friend I gave you shoulder just for you…”
Sözler beni benden almıştı.
Müzikte çok güzeldi ve o an bulunduğum yeri, yaşadığım anı olduğundan daha
güzel bir hale sokmuştu. Şarkıya kendimi tamamen bırakmadan telefonumdan shazam
uygulamasını açıp söyleyenin kim olduğuna baktım. Avustralya Melbourne’den
Timmy Commerford adında genç bir sanatçının çalışmasaydı. Şarkının adı da “Should Be Me” bu yılın nisan ayında
yayınlanmış, herhangi bir albüme mensup bir çalışma değildi. Daha önce duymamış
olmam normal; o esnada tesadüfen keşfetmem ise çok güzel bir olaydı. Hayatın
bazı anlarında bir söz, bir şarkı, bir replik ya da bir kitapta yazılmış bir
cümle yaşamınıza güzel şeyler katabilir. Bu anları yakalamak önemli. O anlardan
birini yakalamıştım. O an hayatımın eskisi gibi olmayacağını fark ettim. İyi ya
da kötü bilmiyorum. Umarım her şey yolunda gider. Eve dönünce şarkıyı indirdim
ve her gün playlistimde olan bir parça oldu.
Dnipro Nehri, Kiev. Ukrayna
Dnipro nehrinde yaşadığım o an;
ömrümce anılarımdan silinmeyecek bir hatıra oldu. Yüreğimin hassaslığıyla
hissettiklerim belki beni şu ana getirdi. Bugün öğlen saatlerinde
rahatsızlanarak işten çıktım. Eve dinlenmeye geldiğimde son derece halsizdim ve
ateşim yüksekti. İlaç içip uzandım. Gece uykusuna geçtiğim sırada ateşim çok
yüksekti. Birden aklıma 4 yıl önce yaşadığım deneyim geldi. Neden olmasın? Seni
tekrar neden görmeyeyim? Aynı şekilde ateşler içinde yatarken hayal, düş ya da
halüsinasyon. Bu istek, bu arzu zihnime öyle bir saplanmış ki; gerçek olmayan
varlığını unutmuşken yeniden hatırladım. Bir süre sonra uykuya teslim oldum.
“Allahım
lütfen onu göreyim.”
İşte buradasın. Uykum hafif,
salonda biri var. İçeriden sesler geliyor. Belki sensin, belki doğa üstü başka
bir şey. Belki bana zarar verecek biri. Kimin umurunda; 38 derece ateşin
getirdiği olasılıklardan biri sensin ve benim seni görmeye çok ihtiyacım var
Karanlıklar Ülkesinin Kraliçesi. İçeriden gelen sesler aslında beni korkutuyor.
Savunmasız bir şekilde korku ile dans eder gibiyim. Ne olduğunu görmek
zorundayım. Seslere doğru gitmek için yatağımdan kalktım. Sadece yatağın kenarına
oturabildim. Başım çok ağrıyor, kollarım ve bacaklarım acıyor, ateşim yüksek.
İstesem de hareket edemedim. İçerideki doğa üstü varlık, yatakta doğrulurken
çıkan sesi duyuyor ve karanlıkta yatak odama adım adım yaklaşıyor. Belki bana
hiç iyi gelmeyecek bir doğa üstü varlık çıkacak karşıma. Ne olacaksa olsun. Ben
seni hayal ettim.
Aynı o beyaz hırkanla ve beyaz
kıyafetinle bir melek gibi süzüldün içeri. Sen yanıma gelene kadar gözlerim
karanlığa alıştı. Konuşmak bir şeyler söylemek çok istedim ama dilim tutuldu.
Dünyanın en güzel hatırasına kavuşmak gibiydi o an. Bunu yaşarken nasıl
konuşabilirdim. Gözlerinin içine baktım sadece. O anı hissettim. Sen de bir şey
söylemedin. Söyleyecek neyimiz var ki; farklı evrenlerde yaşayan iki uzak
varlığız birbirimize. Elini tuttum, soğuk bedenini hissettim. Daha önceki
karşılaşmamızı hatırlıyor musun? O zaman sana dokunmamıştım. Sadece
konuşmuştuk. Şimdi konuşmuyoruz ama sana dokundum. Soğuk ellerin, yüreğimde
özlediğim ve hiç bilmediğim bir cennette olduğumu hissettirdi. Sana duyduğum
aşkı tarif edecek hiçbir ebedi gücüm yok. Ama anladığını biliyorum. O an
hastayken yanında yaşadığım şey; sağlıklıyken sahip olduğum tüm hayal gücümün
ulaşamayacağı uzaklığın 10 katı büyüklüğünde. Gözlerin öyle bir bakıyor ki;
gitmek zorunda olduğunu anlıyorum. Son saniyeler, benim gözlerim dolmaya
başladı, dolmamalılar ve titrememeliler. Çünkü saniyeler sonra gideceksin.
Kraliçemi son ana kadar olabilecek en berrak şekilde görmek istiyorum. Son
bakış, hiçbir konuşma yok. Haykırmak, ağlamak istiyorum ama yapamam.
Kilitlendim ve yanımdan kalkışın, arkanı dönüp kapıya gidişin. Hayatımın en zor
zamanıydı. Bir daha ne zaman görebileceğimi bilmiyorum. Eğer kötü bir dünya
dışı varlıksan, yine de teşekkürler; içindeki iyiliği gösterdiğin için, bana
zarar vermediğin için. Her kimsen o an, görmek istediğim tek varlığı,
Karanlıklar Ülkesinin Kraliçesini bana gösterdiğin için.
Sen gittikten sonra aklıma Dream
Theater geldi. 1992’de “Images And Words” albümlerini çıkarmışlardı. Ben
onlarla 1996’da tanıştım. O albümde “Metropolis 1” isimli bir şarkı vardı. Çok
beğenmiştim. Sürekli dinliyordum. Neden Metropolis 1? Demek ki bunun 2.si de
var. Ama ne zaman çıkacak? Tüm dünyada ki fan.lar 7, ben ise geç keşfettiğim
için daha şanslı olarak sadece 3 yıl bekledim. 1999’da “Metropolis 2: Scenes
From A Memory” koskocaman bir albüm olarak çıktı. Konsept bir albümdü ve tüm
şarkılar aynı öyküden bahsediyordu. Bir hikaye gibi hep dinlediğim ve hiç
bitmesini istemediğim şarkı sözlerini içeriyorlardı. Bu gece seninle yaşadığım
şeyi biraz bu deneyime benzettim. Her şey çok güzeldi.
Bir
daha görür müyüm seni bilmiyorum. Bildiğim şey; yaşadıklarımın bana insan üstü
bir cenneti gösterdiği. Farklı bir boyut, farklı bir evren ya da nasıl
tanımlanırsa artık. Beklediğimi bilmeden geçirdiğim 4 yıla şükürler olsun.
Belki yakında öleceğim. Son anımda biliyorum ki; çok kısa da olsa 2 kez bu
yaşam formumda cennetimsi duyguları yaşadığım ve aşkı çok farklı bir güzellikte
tüm hücrelerimde hissettiğimdir.
Belki Karanlıklar Ülkesinin
vatandaşlığını alamam. Ama Karanlıklar Ülkesinde yaşayan bir yabancı olmaya da
razıyım. Bu yaşam formunda, başka bir evrende ya da boyutta. Her nerede isen
tüm kalbimin, duygularımın seninle olduğunu bil. Tarifi mümkün olmayan bir
aşkla.
Osman ÇELİK
DİP NOT: Karanlıklar Ülkesinin
Kraliçesi ile ilk buluşmamız bu linkte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder